Ben o zaman öğrenciydim. Azerbaycan hâlâ Soyvetler Birliği`nin bir cumhuriyetiydi. Yani şimdiki gibi bağımsız değildi. Ruslar`ın hegemonyası altındaki güzelm ülkemde özgürlükler yoktu. Hep istismar altındaydık.
1988 yılında Ermenistan`da yaşayan 250 binden fazla Azerbaycan Türkü`nün torpaklarından sürülmesi, hem de dövülerek, sövülerek ve öldürülerek yok edilmeye çalışılması Azerbaycan`da halkı ayağa kaldırmıştı.
Ben de askerden yeni gelmiş delikanlı genç öğrenci olarak 1989`un yazında Azerbaycan`ın bağımsızlığı için halk mücadelesine önderlik amacıyla kurulmuş Halk Cephesi`ne üye olmuştum. Meydanları dolduran yüzbinlerin arasında milletimin bir ferdi olarak ben de vardım o günlerde.
Ama Sovyetler de boş oturmamıştı. Onlar Azerbaycan`da her türlü provokasyona yol açmak için Ermeni vatandaşları kullanıyordu. Guya ki, Azerbaycanlılar Ermeniler`i öldürüyor falan gibi. Aslında kimsenin Ermeniler`i öldürdüğü yoktu. Tek tek meydana gelen öldürme olaylarınısa tabii ki, Moskova`nın uzantısı olan KGB ajanları ve onların elinin altındaki Ermeniler gerçekleştiriyordu. Böylece halk kışkırtılıyor, kavga çıkması için çabalar harcanıyordu.
Evet, böyle bir durumda herkes anlıyordu ki, artık Sovyet askerleri Bakü`yü işgal etmek için bahane arayışındadır. Askerlerin mevzilerinden dışarı çıkarak halkı ezmesi an meselesiydi.
Biz, öğrenci arkadaşlarımızla o günlerde nöbet tutuyorduk. Tam da 1990 Ocak ayının 17`sinden başlayarak Bakü`nün merkezindeki “Salyan kışlası” denen askeri üssün etrafında geceler nöbet tutar, sabah erkenden öğrenci yurduna dönerek dinlenir, akşama yene de nöbete dönerdik.
Ocak ayının 17`sini 18`ne bağlayan, ardından da 18`ni 19`na bağlayan geceler sakin bir ortamda geçti. Kışlanın içerisine bakıldığında Ermeni olduğu yönünde söylentilerin gezdiği sakallı askerleri görebiliyorduk. Ama arkadaşlara, herkese talimatda bulunuyorduk ki, askerleri kışkırtacak hareketlere yol vermesinler.
19 Ocak akşamı da aynen nöbete çıktık. Saat 23 sularında arkadaşım Nazim`le birlikte yurda dönüp bir yudum çay içelim dedik. Geldik, bir anlık çay hazırlıklarına başladık. Müzik dinleyerek çayımızı içmeyi beklerken uzaktan ilk ateş sesini duyduk. Saate baktık, tam 24`tü. Evet, Ocak ayının 19`unu 20`sine bağlayan gece şehre taarruz başlamıştı.
Çayımızı masa üzerinde bırakarak “Salyan kışlası”na doğru kaçmaya başladık. Herkes tankların ve otomatik tüfeklerden rastgele ateşlerin korkusundan kaçıyordu. Zaten zırhlı araçların, tankların önünde kimsenin yapabileceği bir şey de yoktu. Ben insanların kaçtığını görünce ileriye doğru hızla koşarak, “nereye kaçıyorsunuz? Hemen geri dönün!” diye bağırdım. Bir anın içinde herkes durdu, geri çevrildi ve aniden benim arkamca koşmaya başladı. Ben sanıyordum ki, ateş sadece halkı korkutmak için, yalancı mermilerle ediliyor. Ama tam da kışlanın yanında önümde bir araba vurularak durdurulunca ve içinden çıkan bir gencin yaralı halde yere yığıldığını görünce hemen gerçek bir savaşın içinde olduğumuzu anladım. Bir anlık durdum, ileri gitmenin bir manası olmadığını anladım. Yere yığılan genç ayağa kalkarak zorla da olsa bize taraf gelebildi. Yavaş yavaş geri çekilmeye başladık. Artık sol tarafımdan onlarca zırhlı araç sağa-sola ateş ederek sırayla gelmekteydi. Mermiden yayınmak için yere uzandım. Araçların ön kısmı geçince ayağa kalkıp uzaklaşmaya başladım. Etrafta kimse kalmamıştı. Herkes avlulalara sokulmuş, saklanmaya çalışıyordu.
O geceyi sabaha kadar arkadaşım Nazim`le şehirde dolaştık. Yurda dönmedik. Çünkü halk uyumuyor, herkes balkonlardan dışarı bakıyor, uykudakiler bile oyanmış, heyecan şehri sarmıştı. Bizse sokaklarda dolaşarak insanları sakin olmaya, pencere ve balkonlardan dışarı bakmamaya çağırıyorduk. Çünkü kör kurşunlar her tarafa yağıyordu ve pencereden, balkondan bakanlara da isabet edebilirdi.
Sabahı böylece açtık. Bilançoyu tam bilmesek da çok sayıda ölünün, ondan 5 kat fazla yaralının olduğunu görüyorduk. Evet, şehir işgal edilmişti. Elinde bir bıçağı bile olmayan insanlara Sovyet-Rus tankları ve askerleri böyle bir gece yaşatmıştı. Her tarafta tankların altında ezilen arabalar, yollar kan gölü, hastaneler dolup taşmaktaydı. Arkadaşlarımızdan ölen ve yaralanan yoktu. Ama ölenler arasında çox sayıda yaşlı insan, çocuk ve kadın vardı. Hem de sadece Türkler değil, şehirde yaşayan Yahudi, Rus ve başka milletlerden de ölenler vardı. Bilançoyu sonradan öğrendik: 147 kişi öldürülmüş, 700`ü aşkın insan yaralanmıştı. Çok sayıda otomobil, otobüs, acil servis araçları ateş altında kalmış, içindeki insanlar öldürülmüştü. Bazı arabaların üzerinden tanklar geçmişti. Bakü 20 Ocak 1990 günü tam bir savaş alanı gibiydi. Ama bu savaşta savaşan tek taraf vardı: Ermeniler`le birlikte Rus askerleri Azerbaycan halkına karşı savaşmıştı…
Şimdi artık 20 Ocak 2019. Yani o günden tam 29 yıl geçti. Hâlâ ben ve o günlerin tanıkları Ruslar`ın Ermeniler`le birlikte bize yaptıklarını unutmadık. Unutamıyoruz çünkü…
Allah şehitlerimize rahmet eylesin. Onlar şehit düştüler, ama idealleri gerçek oldu. Şimdi Azerbaycan bağımsız ve gelişmekte olan bir devlettir. Devletimiz ebedi olsun inşallah!