Güneşin kenti Van’a ziyaretimiz devam ediyor. Hatırlıyorsanız, bir önceki yazımızda “Van’ın ruhu var, en az bizler kadar canlı” demiştim. Şimdi sıra Van’ın kalbinde: Akdamar adasında…
Burada uzun zamandır insan yaşamıyor. Buna rağmen, ada hayat kokuyor. Akdamar muhteşem güzellikleriyle herkesi kendine hayran bırakıyor. Gerçi buraya aşık olmamak elde değil. Bu altın yüzüğün pırlantasıysa şüphesiz Akdamar kilisesi. Hep duyduğunuz yalanlar yüzünden aklınıza şu soru gelebilir: Akdamar Ermeni kilisesi mi?
O zaman size söylüyorum, kesinlikle HAYIR!
Ermeniler Akdamar kilisesinin onlara ait olduğunu söylüyorlar. Şaşıracak bir şey yok bunda, zaten Ermenilerin hastalıklı zihniyetine göre tüm dünya onların. Aslında böylelikle Türkiye’nin doğusunda kendileri için yalandan bir tarih inşa etmeye çalışıyorlar. Güyya Ermeniler bu toprakların yerel halkı ve zamanında burada eyaletleri varmış… Ama Ermenilerin bu bölgeye göçü İslam’dan çok çok sonralara denk geliyor. Bu topraklarda Hırıstiyanlığın izleriyse oldukça eksiye dayanıyor.
Ermenilerin Akdamar’la ilgili tüm iddiaları siyasi amaçlar taşıyor. Böyle bir söz var: “Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir”. Bu iddia gerçekten de güçlü olgulara sahip değil, ama gelin görün ki baya azimli bir iddia… Ezbere dönmüş bu yalan o kadar söylenmiş ki, kimse onun gerçekliğine şüphe etmiyor.
Sormak gerek: Neden Akdamar? Neden սպիտակ երակ değil de, Akdamar? Ak- ağ eski Türkçede ışık, nur, aydın anlamına gelmektedir. Damar kelimesiniyse bugün de kullanıyoruz zaten. Ada sanki bağırıyor: “Ben Türküm!”
Ada ile ilgili şöyle bir efsane de var: Güyya zamanında Türk bir genç adada yaşayan Tamara isimli Ermeni kıza aşık olmuş, her gece yüzerek onu görmeye gelmiş. Kız elinde ışık tutarak gence yol gösterirmiş. Aşıkların gizli buluşmalarından haberdar olan kızın babasıysa bir gece ışıkla adanın farklı noktalarında dolaşır, sabaha kadar gencin dalgalarla boğuşmasına sebep olur. Genç “acımasız” dalgalarla savaşmaktan yorulur ve “Ah Tamara” diye feryad ederek ölür. (Van gölünde böyle dehşetdolu fırtına ne arar?) Uydurmanın inceliğine dikkat edin, bu “Ah Tamara” zamanla dönüp Akdamar olmuşmuş…
Akdamar Akdamar işte, her şey oldukça net. Bu masallara ne gerek var? Ama yok, masal uydurmak Ermenilerin herzamanki alışkanlığı.
Kilise ve adadaki Türk izleri bununla bitmiyor. Gelin konuya bir az da tarihi açıdan bakalım. Çünki belki de, bu yazıyı sadece milli hislerimle kaleme aldığımı düşünüyorsunuz:
314 senesinde Kafkasya Albanyası, Hırıstiyanlığı devlet dini ilan etti. Kral Urnayr’ın zamanında verilen bu karara Sasaniler sert tepki verdi (Sasanilerin dini Zerdüştlük’tü). Albaniya sayısız baskılara maruz kaldı. Çok sonra III Vaçagan’ın devrinde Hırıstiyanlık yeniden güçlenmeye başladı. Ülkenin farklı yerlerinde çok sayıda kiliseler inşa etdirildi. Doğal olarak bölgede yaşayan Albanlar ve Kıpçaklar Hırıstiyanlığı kabul ettiler. İslam’ın Arabistan sınırlarını aştığı zamanlarda Hırıstiyanlığı ve Zerdüştiliği kabul etmiş Türkler Araplara karşı mücadele verdiler.
Kitab-i Dede Korkut destanında dinlerin mücadelesini açıkça görüyoruz zaten. Dikkat ederseniz, destanın ilk bölümlerinde kadınlar sosyal hayatta daha aktif. Bu bölümlerde eski Türk gelenekleri daha çok dikkat çekiyor. Sonraki bölümlerdeyse Kazan Han ve Oğuz yurdunun dövüşlerden önce namaz kıldığı söyleniyor. Böylelikle de İslamdan sonra dini kimlik yavaş yavaş milli kimliği üstelemeye başlıyor ve hatta Hırıstiyan Kıpçak Türkleri destanda “kafir” olarak nitelendiriliyor. Şöklü Melik Oğuz yurduna baskınlar düzenliyor, Oğuz Türleriyse onlara karşı mücadele veriyor.
Bu “kafir”ler daha sonra Doğu Anadolu’ya göç ederek bu topraklarda yaşamaya başlıyor.
Daha sonra kurulmuş Türk devletlerinde de İslam, devlet dini oluyor, böylece de, İslam’ı kabul etmeyen Türkler Türk değilmiş gibi bizlerden uzaklaştırılıyor.
Akdamar kilisesinin inşa ettirildiği (915-921) zaman da bu döneme denk geliyor. Bu devirde Van’da yaşayan Türkler burada kendi dini inançlarını hiçbir baskı olmadan sürdürüyorlardı. “Ermeni mimarisinin benzersiz örneği”ne Azerbaycan’ın Gakh, Şeki, Gedebey ve bir çok başka ilinde rastlayabilirsiniz. Ancak Akdamar kilisesi bu kiliselerden sadece dış görünüşündeki bazı rötuşlarla farklı hale getirilmiş. Dış duvarlarındaki kabartmalarda eski Türklerin, Selçukluların, Yunan-Roma kültürünün izlerini de görmek mümkün. Çünki bu anıt asrlar boyu farklı medeniyyetlerle yoğrulmuş ve bölgenin incisine dönüşmüştür.
Biz Van’da hiçbir zaman Ermeni yaşamadı demiyoruz. Bunu söylemek zaten komik olurdu. Ancak Ermeniler olmayan tarihlerini Kıpçak Türklerinin, Albanların mirasına bağlamakla hırsız politikalarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Sonda şunu söylemek isterim ki, Ermenilerin iddialarına aldırış etmeden adanın ve kilisenin güzelliğinden zevk alın. Ancak bu gerçeği herkese söyleyelim, kendi mirasımıza sahip çıkalım!
Aytek Yusifsoy