İran Devrimi ve Batı`nın Ortadoğu politikaları – UZMAN YORUMLUYOR

Yenicag.ru`nun sorularını İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) İç Politika Uzmanı Hamid İbrahimi cevapladı.

– Hamid bey, İran etrafındaki jeopolitik gelişmeleri incelerken, devrimden günümüze dek geçen zaman biriminde bölgede neler değişti? İran bir projeyse eğer, bu projenin asıl amacı ne?

– İran devrimden önce Sovyetler Birliği ile ABD önderliğindeki iki kutuplu dünya düzeninde ABD`nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biriydi. İran bu dönemde ABD için bir taraftan Sovyetler`in güneyinde Hazar denizi ile Basra Körfezi arasında bir tampon bölge işlevi görürken diğer yandan da Körfez bölgesinde ABD`nin bir anlamda bölgedeki jandarması olarak bir misyon üstlenmekteydi. Buna rağmen İran bu dönemde tamamen ABD başta olmak üzere Batı cephesinde yer almaya mesafeli yaklaşıyordu. Nitekim Bağlantısızlar Hareketi üyesi olan İran, bu dönemde özellikle Arap dünyasına yönelik daha bağımsız bir politika izlemeye çalışıp üstelik Arap devletleri arasında ortaya çıkan ihtilaflarda da zaman zaman arabulucu rolünü üstlenmekteydi.

1979 Devrimine gelince burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Sovyetler Birliği esasen ABD tarafında olan Şah rejiminin düşmesine olumlu yaklaşmaktaydı. ABD ise İran`da müttefiki olan Şah rejiminin gitmesini istemiyordu. Fakat yeni kurulacak devletin Sovyetler yanlısı bir rejim olmayacağı anlaşılınca ABD herhangi bir müdahaleden geri durarak ülke içindeki gelişmelerden dolayı yapılan devrimi kabul etti. Buna rağmen devam eden süreçte özellikle ABD’nin Tahran Büyükelçiliği`nin işgaliyle zirveye ulaşan kriz, ABD`nin umduğu aksine iki devlet arasındaki ilişkileri günümüze kadar düzelmeyen bir husumete dönüştürdü.

İran bu dönemde dini inanç esasında ideolojik ve normatif bir dış politika yaklaşımını benimsedi. Bu yaklaşımıyla İran özellikle komşusu olan Arap devletlere yönelik yayılmacı politikalar ve söylemleriyle ilişkilerini zedeledi. Dolayısıyla bu gelişmeler doğrultusunda İran ve o dönem bölgedeki diğer güçlü ülke olan Irak, yaklaşık sekiz yıl süren bir savaşa girdiler. Bir galibi olmayan ve iki ülke için de büyük yıkımlara yol açan savaşın bitmesinin ardından ve ayrıca Sovyetler Birliği`nin çökmesiyle uluslararası alanda oluşan yeni düzenin etkisiyle de İran dış politikada daha pragmatist bir yaklaşım benimsedi. Ancak bu eksen kaymasına rağmen İran günümüze kadar dış politikasında ideolojik argümanları kullanmaya devam etmektedir.

– 1979`dan bu yana İsrail hep İran`ın sözlü tehdidi altında. Ama 1979`daki İsrail`in haritasını şimdiki haritasıyla kıyaslayası olursak ortadaki fark şokedici. İran, İsrail için gerçekten bir tehdit mi, veya bu oyunun temelindeki gizem nedir?

– Öncelikle şunu gözden kaçırmamalıyız ki İsrail İran için varoluşsal bir tehdit değildir. İran bir yandan bölgedeki nüfuz ve etkinliğini meşrulaştırmak için ideolojik argümanları doğrultusunda İsrail`i düşman olarak ilan etmiştir. Diğer yandan da ABD ile olan ihtilaflarında İsrail`e karşı yaklaşım ve faaliyetlerini de bir kart olarak kullanmaktadır.

– İran`ın nükleer dosyası etrafında olup bitenler, ABD`nin boş tehditleri, Yemen`deki gelişmeler Batı blokunun İran`ın yok olmasını istemediğinin göstergesi. Tahran rejimi arapları korkutmak için sadece bir “tehlike kaynağı”. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

– ABD`nin İran`ın nükleer meselesi ile ilgili bu ülkeye uyguladığı yaptırımların boş tehdit olduğunu söylemek zor. Nitekim bu yaptırımlarla beraber ABD`nin uluslararası alanda İran`a yönelik yürüttüğü mücadele bir taraftan İran`ın bu alanda giderek daha da izole edildiğine yol açmıştır. Diğer yandan ise yaptırımlardan dolayı İran gerek petrol ihracatlarında gerekse uluslararası para transferi konusunda ciddi şekilde zorlanmıştır. Tabii yaptırımların askeri faaliyetlerden ekonomik faaliyetlerine kadar geniş bir yelpazede İran`ı önemli derecede etkilediğini de unutmamak gerek. Bu durum özellikle İran`da toplumsal hayat üzerinde de ağır etkileri beraberinde getirmiştir.

Batı bloğunun İran`ın yok olmasını istemediği konusuna gelince esasen Batı`nın böyle bir niyette olduğu düşük bir ihtimaldir. Zira bu durumun İran topraklarında askeri bir müdahale olmadan gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor ki bu da ağır maliyetli olduğu gibi mevcut durumun daha da karmaşık bir hale gelmesine yol açabilir. ABD başta olmak üzere Batının özellikle Körfez`deki Arap devletleri üzerinde etkinliklerini arttırmak için “İran tehdidini” kullanmaları yeni bir durum değildir. 1979 Devriminden itibaren özellikle ABD bu durumdan yararlanarak hem bölgede varlığını ve etkinliğini arttırmış hem de söz konusu devletlere milyarlarca dolarlık silah satışlarını gerçekleşirmiştir.

– İran devriminin alman ve fransız gizli servislerince planlandığı ve bu eski doğu ülkesi üzerinde yahudi-ingiliz ittifakı ile savaşın sonucu olarak mevcut Tahran rejiminin kurulduğu hakkında teoriler var. İran`ın ABD ambargosuna devam getirmesinin kökünde Paris`le Berlin`in ekonomik yardımlarının durduğu da biliniyor. Şimdi AB`nin kilit ülkeleri Almanya ve Fransa`nın İran konusunda ABD ile anlaştığı görüntüsü var. Bu konuyu nasıl yorumlayabilirsiniz?

– İster toplumlara ister onlara hakimiyet sağlayan siyasal sistemlere baktığımızda bunların kendi içlerinde yaşadıkları gelişmelerden tamamen bağımsız olarak dış müdahalelerce oluşturulup veya yönlendirildiğini ifade etmek gerçeği yansıtmaz. İran da bu duruma istisna değildir. İran`da gerçekleşen 1979 devrimi ve ardından kurulan İran İslam Cumhuriyeti devleti de her ne kadar doğal olarak uluslararası gelişmeler ve müdahalelerden etkilenmiş olsa da İran`ın kendi içinde yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeler ve dönüşümlere dayanmaktadır. Dolayısıyla her ülke için geçerli olduğu için İran konusunda da bu faktörü göz ardı edemeyiz.

– Gelelim Kacarların devrilmesine. Rus-kazak ordusunun subayı fars Pehlevi İran`ı yüzyıllardır yöneten bir türk hanedanını şahı katlederek yıkıyor… Sonrası Rıza şahı bir Batı, ingiliz-amerikan vassalı kılığında görüyoruz. Neler oldu o zamanlar İran`da?

– Önceki satırlarda da değindiğimiz gibi İran`daki halihazırda veya tarihsel gelişmeleri iç dinamiklerden bağımsız olarak değerlendiremeyiz. Pehlevi Hanedanının kurucusu olan Rıza Şah`ın İngilizlerin desteği ile başarılı olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat İran`da daha önceden modernleşme sürecinin başlamasıyla yükselen entelektüel hareket, Türk milliyetçiliği esasında değil Fars milliyetçiliği üzerinde kendini oluşturmuştur. Dolayısıyla herhangi bir şekilde olursa olsun İran`ın ulus-devlet sistemine geçişi ile modern devletin Fars milliyetçiliği esasında inşa edilmesi kaçınılmaz bir durumdu.

– İran`ın etnik haritası bir hayli rengarenk. Türk kökenlilerin nüfusun yüzde 50`sini teşkil ettiği biliniyor. Peki Türkiye`nin İran`ın iç politikasındakı etkisi ne kadar?

– Türkiye her zaman olduğu gibi karşılıklı olarak devletlerin birbirinin iç işlerine karışmama ilkesine bağlı kalmıştır. Bu doğrultuda İran`daki yoğun Türk nüfusu da Türkiye açısından hiçbir zaman bir müdahale aracı olarak değerlendirilmemiştir. Bunun yanında İran`daki Türklerin iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi için potansiyel bir unsur oluğunun da altını çizmemiz gerekir. Bu hem İran hem de Türkiye için büyük bir avantaj oluşturmaktır. İran`daki Türklerin de gittikçe Türkiye ile olan bağları konusunda daha fazla durmaya başladıkları dikkate alındığında İran ve Türkiye`nin birlikte hem iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da pekişmesi hem de İran`daki Türk soydaşlarımızın ülkelerinde daha fazla huzur ve refah içerisinde olması için olumlu adımlar atması zaruri görünüyor.

Konuştu: Kafkas Ömerov