İran ile yeni krizin işaretini Trump verdi

Göreve başladıktan sonra ABD’nin Ortadoğu politikasını yeniden şekillendirmenin mesajlarını veren Donald Trump, İran ile P5+1 ülkeleri arasında imzalanan anlaşma ile ilgili yeni adımlar atabileceğini söyledi. Körfez ülkeleri ile yeniden güçlü bir ilişki kurmaya çalışan Trump yönetimi, ‘ikinci bir Kuzey Kore olma yolunda’ diye nitelendirdiği İran’ın bölgede sorunların temel kaynağı olduğunu açıkladı. Bush döneminden bu yana ‘Şer ekseni’nin içerisinde gösterilen İran ile yeni bir krizin işaret fişeği verildi.

ABD, Donald Trump döneminde Ortadoğu ve Asya politikasını yeniden restore etmenin sinyallerini veriyor. ABD’nin Ortadoğu’da daha fazla etkin olmasını sağlamaya çalışacağının mesajını veren Trump’ın hedefindeki ülke ise İran. İran’ın bölge politikasını seçim kampanyasından bu yana eleştiren Trump, Obama döneminde İran ile imzalanan nükleer anlaşmayı ise ‘berbat’ olarak nitelendiriyor. Başkan seçildikten sonra en sert mesajlarından birini İran’a veren Trump’ın masasında duran seçenekler ise askeri müdahale, çevreleme ve ya sıkıştırma…

‘Yeni bir Kuzey Kore’

Trump’ın bu politikasında esas belirleyici olan ismin ise Pentagon’un yeni patronu Mattis olduğu ifade ediliyor. Göreve başladıktan sonra en önemli yurt dışı seyahatlerinden birini Ortadoğu’ya yapan Mattis, İran’a dozu oldukça sert olan mesajlar verdi. İran’ın bölgedeki sorunların temel kaynağı olduğunu söyleyen Mattis, “Bölgede nerede bir sorun varsa bakın İran’ı göreceksiniz. İran’ın başka bir ülkenin istikrarını bozma ve Lübnan’daki Hizbullah gibi grupları oluşturma yönündeki çabalarını boşa çıkarmamız gerekir” ifadelerini kullandı. Mattis ile aynı saatlerde açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ise İran’ın kontrol edilmemesi durumunda yeni bir Kuzey Kore’nin ortaya çıkacağını söyledi. Tillerson, “İran’ın provokatif eylemleriyle ABD’yi, bölgeyi ve dünyayı tehdit ettiğine dair elimizde çok net deliller var” dedi.

‘Yakın zamanda bu konuda söyleyeceklerimiz var’

Obama sonrası dönemde Körfez ülkeleri ile ilişkilerini yeniden ele almaya başlayan Trump yönetimi, Körfez ile birlikte İran’ın etkinliğini kıracak hamleler atmaya hazırlanıyor. Körfez ülkelerinin güvenlik hassasiyetini Obama’ya nazaran daha fazla dikkate alan Trump yönetimi, İran’ı bölgede izlediği politika ile sorun oluşturma ve nükleer anlaşmaya bağlı kalmamakla suçluyor. İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni ile Beyaz Saray’da ortak basın toplantısı düzenleyen Donald Trump, İran ile imzalanan nükleer anlaşmayı ‘berbat’ olarak nitelerken, “Alsa imzalanmamalıydı. Bu çok kötü bir anlaşma, gördüğüm, imzalanmış en kötü anlaşma. Onlar anlaşmanın ruhuna uygun hareket etmiyorlar. Biz konuyu çok dikkatli bir şekilde analiz ediyoruz ve yakın zamanda bu konuda söyleyeceklerimiz olacak” diyerek olası yeni adımlar atacaklarının sinyalini verdi.


Bush’un ‘Şer ekseni’

Bu durum bölgedeki gerilimin daha da artabileceğini gösteriyor. İran İslam Devrimi’nden bu yana ABD’nin karşısında yer alan ve ABD tarafından tehdit olarak görülen İran’ın 2000’li yıllarda hızlandırdığı nükleer program uzun yıllardan beri ciddi tartışmalara neden oluyor. Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde ABD’nin yeniden şekillenen Ortadoğu politikasında İran’ın durdurulması önemli bir öncelik olarak öne çıktı. İran’ın Hizbullah ile olan ilişkisi ve İsrail’in güvenliğine olan olası tehdit durumu da ABD’nin İran’a bakışını şekillendiren diğer unsurlar oldu. Bu noktada 11 Eylül sonrası dönemde ‘terörizme karşı savaş açan’ ABD Başkanı Bush, önce Afganistan’ı daha sonra ise teröre destek verdiğini iddia ettiği Irak’ı işgal etti. Bu durum, bölgedeki güç dengesini değiştirirken, hem ABD’nin İran’ı çevrelemeye başladığı yönündeki tartışmaları alevlendirdi hem de bölgedeki istikrarın önlenemez şekilde artmasına neden oldu.
Başkan Bush’un bu dönemde yaptığı ‘Şer Ekseni’ çıkışı da İran’ın sıradaki hedef olacağı yönündeki endişeleri arttırdı. Nitekim Bush’un ‘Şer Ekseni’ olarak nitelendirdiği ülkelerden biri İran’dı. ABD’nin bölgedeki ağırlığını artırması İran’ın nükleer programını hızlandırmasının da önünü açtı. ABD işgallerinin yol açtığı bir diğer sonuç ise terörizmin Ortadoğu coğrafyasında bölgeselleşmesi/yayılması (Afganistan ve Irak havzasında etkin bir aktöre dönüşmesi) ve zamanla küresel bir boyut kazanması oldu.


Türkiye’nin bu dönemde üstlendiği ‘arabuluculuk’ ve İstanbul’da gerçekleşen görüşmelerde diyaloğun önünü açmakta önemli bir işlev gördü.

Obama dönemi: ‘Kötü miras’tan ötesi

Bush sonrası dönemde göreve gelen Obama ise Bush’tan devraldığı ‘kötü mirası’ restore edeceğini ve bölge ülkeleri ile yeni bir sayfa açacağını açıkladı. Bush yönetiminin Irak ve Afganistan işgallerinin yol açtığı sorunlara dikkat çeken Obama, kendisinin aynı hatalara düşmeyeceğini deklare etti. Obama doktrinin temelini oluşturan bu bakış açısının en önemli önceliğini ise ABD’nin Irak ve Afganistan’daki askerleri çekme konusu oluşturdu. Obama’ya göre ABD askerlerinin Ortadoğu’da hayatlarını kaybetmesi büyük bir sorun oluşturuyordu. Obama’ya Başkanlık yolunu açan da bu söylemiydi.

Ve yine Başkan Obama ve onun Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a göre ABD’nin en önemli hedefi Asya olmalıydı. Özellikle Clinton’ın dile getirdiği ‘Asya pivotu’ stratejisine göre ABD sahip olduğu ekonomik, askeri ve diplomatik gücünü Asya’daki güç dengesinin kendi lehine devam etmesi için kullanması gerekiyordu. Yükselen Çin’in durumu ABD’nin en fazla ilgilenmesi gereken konuydu. Bu bağlamda Obama’ya göre ‘ABD’nin Ortadoğu’da köklü krizlerle enerji kaybetmesi gereksizdi ve bölge sorunları ABD’den ziyade bölge ülkelerini ilgilendiren ve onların sorumluluk üstlenmesini gerektiren’ konulardı.

İran ile diplomatik diyalog

Obama yönetiminin bu bakış açısı, ABD’nin Ortadoğu politikasını baştan şekillendirdi. Bu bağlamda İran’ın sahip olduğu nükleer programının durdurulması güç kullanımı ile değil diplomatik yollarla çözülebilecek bir konuydu. 2006 sonrası dönemde AB ve BM’nin de dahil olduğu bu diplomatik çaba, Obama döneminde temel öncelik oldu. 2009 sonrası dönemde İran ile geliştirilen diplomatik diyalog iki unsura dayalıydı. Birincisi İran’a yakınlığı ile bilinen Rusya ve Çin’i de yanına çekerek diyaloğun sürdürülmesi. İkincisi ise gerektiğinde sert güç/sopa gösterilerek İran’ın sıkıştırılması ve masaya oturmasını sağlamaktı. Türkiye’nin bu dönemde üstlendiği ‘arabuluculuk’ ve İstanbul’da gerçekleşen görüşmelerde diyaloğun önünü açmakta önemli bir işlev gördü. Türkiye ve Brezilya’nın 2010 yılında İran ile imzaladığı Tahran Deklarasyonu –ABD ve Batının reddetmesi- başarısız olsa da İran ile görüşmelerde ön açıcı oldu.

İran kaygısı Körfez ülkelerinin daha fazla silahlanmasına ve henüz sonucu tam olarak netleşmemiş olan Yemen operasyonu ile sonuçlandı.

Ruhani ve Zarif etkisi

İran’da reformcu kimliği ile bilinen Ruhani’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte iki tarafta diyalog seçeneğini daha güçlü bir şekilde ortaya koydı. Ruhani’nin Dışişleri Bakanı olarak atadığı ve Batılı ülkeleri yakından tanıyan Cevad Zarif’in üstlendiği rol ile birlikte P5+1 ülkeleri ile İran arasındaki nükleer görüşmeler daha da hızlandı. 2015 yılına gelindiğinde ise P5+1 ile İran arasında BM’nin öncülüğünde Nükleer anlaşma imzalandı. Söz konusu anlaşma ABD Başkanı Obama tarafından açıklanırken aynı saatlerde Tahran’da açıklama yapan Ruhani, yapılan anlaşmadan duydukları memnuniyeti dile getirdi. Anlaşmanın imzalanması Obama yönetimi tarafından büyük bir başarı olarak görülürken, İsrail, Körfez ülkeleri ve Obama karşıtları tarafından eleştirildi.

Körfez’in ve İsrail’in kaygısı

Bu eleştirilerin altında iki neden yatıyordu. Birincisi İsrail ve Körfez ülkeleri üzerinden şekillenen İran’ın güvenlik tehdidi olmaya devam ettiği bakışı ki Netanyahu söz konusu anlaşmaya en büyük tepkiyi gösteren liderlerden biri oldu. İkincisi ise İran’ın Ortadoğu’da ortaya çıkan güç boşluğunu doldurma riski oldu. Irak işgalinden sonra Bağdat hükümeti üzerindeki etkisini artırmayı başaran İran, Obama’nın ‘geriye çekilme’ siyasetinden ve Arap Baharı sonrası dönemde bölgede ortaya çıkan kırılmalardan yararlanarak Suriye ve Yemen’de de etkin olmaya başladı. Özellikle Suriye’de rejime Yemen’de ise Husiler’e büyük bir destek veren İran, bölgedeki güç boşluğunu doldurmaya başlayan bir aktöre dönüştü. Obama’nın etkisizleşen bölge politikası ve Rusya’nın da Suriye üzerinden Ortadoğu’daki etkinliğini artırması bölgedeki denklemi İran lehine dönüştürdü. İran’ın Moskova ile yakın ilişkilere sahip olması da bunda önemli bir rol üstlendi.

İran’ın bölgedeki etkinliğini artırması aralarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in de bulunduğu Körfez ülkeleri tarafından büyük bir tehdit olarak algılandı. Uzun yıllar boyunca ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında bulunan bu ülkeler, Obama yönetiminin izlediği politikadan en büyük endişeyi duyan ülkeler oldu. Nitekim bu durum bölge ülkelerini daha fazla silahlanmasına ve henüz sonucu tam olarak netleşmemiş olan Yemen operasyonu ile sonuçlandı.

İlişkilerde Trump etkisi ne olur?

Obama sonrası dönemde bölge politikasını yeniden şekillendirmeye başlayan ABD, bölgede askeri gücünü artırmayı ve İran’ın bölgede oluşan etkinliğini kırmayı planlıyor. Bu bağlamda Trump yönetimi bir yandan nükleer anlaşmanın başarısızlığını gündeme taşırken, diğer yandan da Suriye ve Yemen’de İran karşıtı bir söylem geliştiriyor. İran’ı bölgedeki sorunların kaynağı olarak gören Trump yönetiminin atacağı olası adımlar arasında ise müdahale, sıkıştırma ve çevreleme başta olmak üzere İran’ı bölgede etkisiz kılacak bir politikayı uygulama olarak görülüyor. Trump’ın bu politikayı hayata geçirebilmesi için ise İsrail ve Körfez ülkelerinin yanı sıra Rusya ve Çin’i de ikna etmesi gerebilir.

kaynak: Yeni Şafak

Tr.Yeniçağ.Az

www.yenicag.info

537