Türkiye`de yerel seçimler nihayet sonlandı. Türkiye siyasi hayatının bu mühim olayları Azerbaycan medyasının hatta sıradan vatandaşlarımızın bile dikkat merkezinde oldu. Bu da şaşırtıcı değil- Türkiye kardeş ülke, nasıl yaşadıklarını, ne dediklerini ve ne istediklerini biliyoruz, hatta bir çok şeyde onlara benzemeye çalışıyoruz.
Sıradan bir azerbaycanlının hayatını Türkiye dizileri, Türkiye futbolu, mutfağı ve saire olmadan hayal etmek mümkün değil. Bu nedenle yurttaşlarımızın kardeş Türkiye`ye olan merakı ve dikkati bizi şaşırtmıyor. Her halde bir millet, iki devletiz. Türkiye dizilerini, çoğumuzun görmeden aşık olduğu, haklı olarak dünya kültürünün incisi, bir kaç uygarlığın beşiyi sayılan İstanbul`suz nasıl hayal ediyorsunuz?
Ve ben, bu satırların yazarı, Türkiye mevzusunu daima dikkate alan ve şimdiye kadar bir defa bile olsun Türkiye`de bulunmayan Kafkas Ömerov, 31 mart yerel seçimlerinden sonra YSK`nın açıklayacağı sonuçları bekliyordum. Türkiye`ye karşı bu sevgini bize kimse vermemiş, çünkü Bakü kadar İstanbul`u da kendimizinki biliyoruz.
Peki İstanbul`da ne oldu? Yoksa siz hala Recep Tayyip Erdoğan`ı diktatör gibi mi görüyorsunuz? Ama diktatör neyin pahasına olursa olsun başkent Ankara`yı ve çok önemli Büyüykşehiri- istanbul`u muhalefete vermezdi ki. Fakat seçim süreci çok şaffaf geçti ve biz esas siyasi grupların büyük şehirler uğrunda oldukca gergin bir mücadelesinin şahidi olduk. Geçen gün, oyların sayımı zamanı az kalsın bütün dünyanın dikkati İstanbul`a yönelmişti. İlk sonuçlar açıklandığında geçmiş ve sonuncu Başbakan, İktidar partisi AKP`nin adayı Binali Yıldırım`ın kendi rakibinden önde olduğu bildirildi. Ancak sonda durum değişti ve CHP`liler sanki Erdoğan hakimiyetini devirmişler gibi zaferi kutlamaya başladılar. Muhafazakarlar ise Reis`in mağlup olduğunu düşünerek üzüldüler.
Arkadaşlar, paniğe lüzum yok. “Derin Devlet” Türkiye`yi hangi semte çevirmek lazım, biliyor. Orada kendilerinin burjuvazisi, intellektüel eliti, Türkiye`nin Cumhuriyet yaşıyla yaşıt, büyük tecrübeye sahip siayasi teşkilatları var. Anayasa reformlarından sonra ülkede Başkanlık sistemi uygulandı. Bu bakımdan, yerel hakimiyetlerin kimin elinde olması önemli değil. Ankara`da da, göründüğü gibi, belediye başkanlığını muhalefet kazansa da şehir etrafı tüm noktalar iktidar partisinin elinde. Bunun anlamı ise o ki Türkiye halkı geçmişte olduğu gibi parti sembollerine değil, siyasi otoriteye dikkat veriyor.
Türkiye`de artık Başbakanlık yok, Cumhurbaşkanını ise genel seçimlerde doğrudan halk seçiyor. Hükumetin içeriği de artık parlamentoda değil, Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Buna göre de 31 mart seçimlerinin sonuçlarını AKP`nin mağlubiyeti, solcu muhalefetin ise zaferi adlandırmak doğru değil.
Bu yüzden bizde Türkiye`deki seçimlerle ilgili gürültü salanlara, esas da “pantürkist ve “kemalci”lere (onlara karşı hiçbir iddiam yoktur) demek istiyorum ki, eğer kardeş ülkenin siyasetini böyle anlıyorsanız oradaki seçimleri değerlendirmek “sizin aklınıza göre” değil. Sizler ilk önce böyle mühim bir şeyi göz önünde bulundurmalısınız ki, eğer Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olmasaydı, o halde HDP (terör örgütü PKK`nın siyasi uzantısı) Türkiye`nin güney-batısındaki tüm noktalarda galip olurdu.
Yeri gelmişken, Türkiye`de azerbaycanlıların çok sık yaşadığı Kars ve Iğdır`da HDP adayları seçimi kazanmışlar. AKP olmasaydı HDP Türkiye parlamentosunda en az 120 yer elde edecekti. AKP`ye kadar bu görevi Adalet, Selamet ve Rifah partileri üstlenmişti. Bu yüzden, arkadaşlar, İslam harekatı olmadan Türkiye`nin güçlü devlet olması, Türk kimliyinin korunması mümkünsüzdür. İslamcı partileri hedefe oturtanlar, onları “araplaşma”da suçlayanlar, Türkiye`de devlet nöbetinde bu partilerin durduğunu unutuyorlar.
Bir zamanlar Türkiye`nin önde gelenleri 1980. yıl darbesinden sonra komunizm`in yayılmasını engellemek ve duruş getirmek için İslamcı partilere getirilmiş yasağı kaldırmışlardı. O zamanlar Türkiye`nin hakim siyasi güçleri komunizm tehlikesinin arttığını görseler de onunla nasıl baş edeceklerini bilmiyorlardı. Çünkü komunistler okul, lise ve üniversitelerde derin bir kök salmışlardı. Sol harekat güçleniyor, onların sıralarına katılanlar günü günden artıyordu. Türkiye`de bolşevik devrimi yetişiyordu.
Türkiye`yi o zaman komunizm vebasından İslamcı harekat kurtardı. Din adamları yetiştiren “İmam Hatip” liselerinin faaliyetine de o zaman izn verildi. Ülkenin tüm üniversitelerinde İlahiyat şubeleri açıldı ve devlet bu yolla bolşevizmi yerindece boğmayı başardı.
Sonda bizim “Jön Türkler”e demek istiyorum ki, arkadaşlar, kendi işinize bakın, problemleri aşıp taşan kendi ülkemizin meseleleri ile meşgul olun. Türkler kendileri neyi nasıl yapacaklarını çok iyi biliyorlar.
Kafkas Ömerov