Körfez’deki krizde İsrail faktörü

Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinin, ABD’nin Körfez ülkeleriyle var olan ilişkileriyle pek bir alakası yoktu. Daha ziyade İsrail ve KİK üyesi ülkeler arasında barış tesisine yönelik bir senaryoydu.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) Katar ilişkilerinde yaşanan ani tansiyon artışı pek açıklanabilir bir durum değil. Suudi Arabistan ve BAE medyası, muhtemelen Katar Emiri Şeyh Temim bin Hammad es-Sânî’nin, Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) İran’a yönelik sert tavrından farklı bir tutum izleyeceğine ilişkin olduğu varsayılan açıklamalarına bir tepki olarak saldırıya geçti.

Emirine atfedilen açıklamayı Doha yalanladı ve tartışmalı ifadeleri yayınlayan resmi haber ajansının siber saldırıya uğradığını savundu. Bu iddia daha sonra Washington tarafından da doğrulandı.

Fakat sahte bir ifade üzerine başlayan medya savaşı aldı yürüdü. Riyad ve Abu Dabi, medya savaşından sonra Doha’ya karşı topyekûn bir diplomatik saldırı başlattı: Diplomatik ilişkilerini kesti, Katar uçaklarına hava sahasını ve Katar deniz trafiğine de limanlarını kapattı. Ekonomik olarak hayatta kalması BAE ve Suudi Arabistan’dan gelen nakit desteğine bağlı olan Mısır cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi ise memnuniyetle bu iki ülkenin peşine takıldı. Diplomatik olarak pek bir ağırlığı olmayan birkaç Arap başkenti de bu Katar karşıtı cepheye katıldı. Daha büyük ağırlığa sahip Ürdün gibi bazı ülkeler ise sadece diplomatik temsil düzeyini azaltarak arada durmaya çalıştılar.

En sonunda Katar, aralarında Türkiye, Irak, Lübnan, Ürdün, Kuveyt, umman, Cezayir, Fas, Sudan ve Tunus bulunan birçok ülkeyle ilişkilerini muhafaza ederek bu saldırıdan sağ kurtuldu. En önemlisi de Başkan Trump’ın birkaç garip ve diplomatik olmaktan uzak tweetine rağmen, Doha Washington’un kati bir şekilde övgülerine mazhar oldu. Amerika’nın önde gelen siyasi erki, Trump’ın tweetlerinin aleyhinde açıklamalarda bulundu ve Washington’ın Katar’la ilişkilerini övdü. Hasılı, Katar’ı tecrit etme gayretlerinin bir yere varamadığı açıktı.

İlk kavganın sebep olduğu toz duman dindiğinde ve Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Sabah olaya taraf olan ülkelerin temsilcilerini kabul edip çekişmekte olan başkentlerin arasında mekik dokurken, KİK’teki bu kavganın, ne İran’la ne de Suriye’yle alakalı meselelere dayanıyor görünen gerçek sebeplerine dair çok daha net bir resim ortaya çıkmaya başladı.

Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinden önce yazdığımız gibi, ABD başkanının Riyad tercihinin, ABD’nin Körfez ülkeleriyle var olan ilişkileriyle pek bir alakası yoktu. Daha ziyade İsrail ve KİK üyesi ülkeler arasında barış tesisine yönelik bir senaryoydu. Trump seçildikten sonra, Ortodoks bir Yahudi olan damadı Jared Kushner’i Arap-İsrail barışından sorumlu kişi olarak atadı. 36 yaşındaki Kushner ise tecrübesizliği nedeniyle, yine bir Ortodoks Yahudisi ve Trump organizasyona uzun süre hizmet etmiş olan Jason Greenblatt’ın kendisine koçluk yapmasına bel bağladı.

Greenblatt’ın yaptığı ilk iş, İsrail’in de bir süredir yaydığı bir söylemi ifade etmek oldu. Bu söylem en son İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun geçtiğimiz Şubat ayında Beyaz Saray’a gerçekleştirdiği ziyarette Trump’la ortak basın toplantısında dile getirilmiş, Netanyahu İran korkusunun İsraillilerle Arapları birbirine daha da yakınlaştırdığını söylemişti.

Netanyahu, Filistinlilere hiçbir taviz vermeye istekli olmayan ve sıklıkla İsrail’in (milattan önce var olan ve sonrasında da bir müddet ömür sürmüş) Yahudi Krallığı’nın Batı Şeria’daki tarihi topraklarını elinde tutması gerektiğini savunan muhafazakâr yerleşim yanlısı partilere minnet borcu olan zayıf bir koalisyon hükümetine başkanlık ediyor. Bu da Trump’ın muazzam barış vaatlerinden herhangi birini gerçekleştirebilmesi için Netanyahu’nun, alternatif bir barışa ihtiyacı olacağı anlamına geliyor. Bu nedenle İsrailliler ve Greenblatt, İsrail’in KİK üyesi ülkelerle barış anlaşmaları yapabileceğine inanıyor. Böyle bir başarı hem Trump’ı iyi gösterecek hem de İsrailliler için bir ödül olacaktır. Buradaki tek sıkıntı ise böyle bir barışın Filistinlilerin, İsraillilerle barış görüşmelerine girdikleri takdirde, sahip olabilecekleri herhangi bir baskı yapma imkanını da kaybetmelerine neden olacak olması.

Greenblatt’ın planı, Filistinlilerin, İsrail’le yapılacak kolektif bir Arap barışına onay vermeden önce, İsraillilerden istediklerini almasına dayanan geleneksel ‘içten dışa’ planının aksine bir ‘dıştan içe’ yaklaşım olarak pazarlanıyor.

Kushner, eşi –yani, kendisiyle evlenebilmek için Ortodoks Yahudiliğe geçen Trump’ın kızı İvanka– ve Greenblatt’ın, Suudi Arabistan’a hareket edecek başkanlık uçağına binebilmek için New Jersey hahamından izin almaları gerekti. Zira uçuş kısmen Yahudi Şabat’ına denk gelecekti. Riyad’a vardıklarına Grennblatt Şabat’ın geri kalanına odasında riayet etti ve dışarıya ilk defa Trump’ın ikili görüşmeleri başlatacağı Pazar sabahı çıkarak toplantılara katıldı. Birkaç görüşmeden edinilen bilgiye göre, KİK-İsrail barışı Trump’ın önceliklerinden biriydi. Bu da Suudi Arabistan’a yapılan ABD seyahatinin diğer her şeyden daha fazla barış arzusu tarafından yönlendirildiği fikrini teyit ediyor.

Trump bu seyahatinde mevkidaşlarıyla İran tehdidi ve diğer konularda ortak hareket etti. Fakat barış ihtimali olmaksızın Trump’ın Riyad ziyareti pek bir haber malzemesi sunmaktan uzaktı: Suudi Arabistan önceki Başkan Barack Obama’ya da bir madalya vermişti. Suudi Arabistan’la yapılıp ABD’de ciddi şekilde övülen ve Trump’ın “yüz milyarlarca dolar” ve Amerikan işçileri için “iş, iş, iş!” diyerek tanımladığı 110 milyar dolarlık silah anlaşması, Brookings Enstitüsü’nden Bruce Reidel’in bir araştırmasına göre gerçekten çok sahteye benziyor.

Trump’ın uçağının İsrail’e inmesinden kısa süre sonra Netanyahu, Trump’ı karşıladığı sırada, bir İsrail başbakanının da Riyad’tan Kudüs’e uçacağı günü düşlediğini söyledi. Bu da Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde İsrailliler için en önemli olan unsurun, bu ziyaretin bir Suud-İsrail barışına katkı sunma ihtimali olduğunun diğer bir göstergesi.

KİK’te yaşanan anlaşmazlığın İsrail barışıyla ilgili bir sürecin neticesi olduğunun en son delili de, Trump’ın ziyaretinden bir hafta önce bir Katar karşıtı kampanyanın başladığı Washington’dan geldi. İsrail dostları tarafından fonlanan düşünce kuruluşlarında çalışan araştırmacılar, kendilerinden geçmiş bir şekilde, Katar’ı Sünni terörizmine destek vermekle suçlayan makaleler yayınladılar. Bu araştırmacılar yazdıklarıyla Doha’nın beş Taliban militanına ev sahipliği yapmasına ve ayrıca Hamas ve Müslüman Kardeşlerin liderlerini de barındırmasına tepkiler gösterdiler.

Fakat Taliban liderleri Washington’un talebi üzerine Doha’da yaşıyorlar. Normalde bir ABD hapishanesinde tutuklu bulunan bu Taliban militanları, Obama yönetimi tarafından bir mahkum değişimi sırasında ABD askeri Bowie Bergdahl’a karşılık serbest bırakılmışlardı. Washington bu Taliban militanlarını Katar’da tutmanın onları Afganistan’dan uzakta tutmak anlamına geleceğini düşündü, zira Afganistan’da tekrar Taliban’a katılarak ABD’ye ve çıkarlarına karşı savaşabilirlerdi.

Hamas ve İhvan liderlerine ev sahipliği yapılması konusu da, çözüldüğü zamana kadar KİK’te anlaşmazlıklara sebep olmuş eski bir sorun. Suudi Arabistan ve BAE, Katar’ın İhvan’ı kara listeye almasını ve Hamas liderlerini ülkeden çıkarmasını talep ettiğinde Doha, İhvan’ın ne ABD’nin, ne AB’nin, ne BM’nin ne de Arap Birliği’nin terör listesinde olduğunu ifade ederek buna karşı çıkmıştı. Doha ayrıca İhvan’ın kanunlara uygun şekilde faaliyet gösterdiğini ve aralarında Kuveyt, Ürdün, Tunus ve Fas’ın da bulunduğu Arap ülkelerinde parlamentoda temsil edildiğini söyledi. Bunun üzerine, Kuveyt’in arabuluculuğuyla KİK, İhvan’la nasıl muhatap olunacağının Katar’ın kendi iç meselesi olduğunu kabul etti ve fakat hiçbir devletin İhvan’ın herhangi bir ülkelerarası meclis karşıtı faaliyetini desteklememesi gerektiğini ifade ederek savaş baltalarını gömdü. O günden bu yana KİK ülkeleri, İhvan konusundaki anlaşmazlıklarına rağmen barış içinde yaşıyorlardı.

Katar ve İhvan konusunda bu süreçte hiçbir değişiklik yaşanmadığı, Katar İran’la Suriye ve Irak’ta canını dişine takmış bir şekilde mücadele ettiği, ayrıca Yemen’de Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyonun ve DEAŞ karşıtı koalisyonun bir üyesi olduğu için, Doha ve iki Körfez başkenti arasındaki bu ayrılığın tek muhtemel sebebi olarak geriye İsrail barışı kalıyor.

Katar belki de gelmekte olan bu diplomatik saldırıyı hissetmiş ve buna uygun olarak Hamas’a Filistin devletine biçilen 1967 sınırlarında yaşayabileceğini duyuran yeni bir bildiri yayımlaması talimatını vermişti. Fakat İsrail 1967 sınırlarının çok ötesinde bulunuyor. Netanyahu Hamas’ın yeni bildirisinin itibarını lime lime etmek maksadıyla televizyona çıktı. Bundan kısa bir süre sonra da KİK’te, Suudi Arabistan ve BAE’nin Katar’dan artık kati bir şekilde Hamas’ı boğmasını talep etmesi üzerine çıkan çatışma geldi. Bundan sonra ne olacağını ise kimse kesin olarak bilemiyor.

kaynak: AA

Yenicag.Info

www.yenicag.info

953