Soğuk Savaş döneminde Şah yönetiminin iktidarda olduğu süreç boyunca İran’ın nükleer faaliyetlerini bizzat destekleyen ABD ve AB bu kez İran nükleer programına karşı çıkmakta; Rusya ve Çin ise 1979 Devrimi’nden önceki tutumlarının aksine Tahran’ın nükleer çalışmalarına destek vermektedir. Bu yönüyle İran nükleer krizi, 11 Eylül sonrası beliren yeni uluslararası sistemde “sistemsel bir katalizör” işlevi görmekte ve uluslararası aktörler arasında farklı bakış açılarına neden olmaktadır. Küresel sistemin yeniden şekillendiği bu kriz sürecinde İran nükleer krizini diplomatik yöntemlerle çözme girişimlerinden sonuç alınamaması ve bu yöndeki umutların azalmaya başlaması, krizin çatışmaya dönüşme ihtimalinin yüksek olduğuna dair yorumları beraberinde getirmektedir. Üstelik İran ile ABD karar alıcılarının söylemsel açıdan giderek sertleşmesi ve iki aktör arasında sıcak bir çatışma yaşanacağına ilişkin değerlendirmelerin uluslararası kamuoyunun gündemine yerleşmesi, İran’ı küresel kaos senaryolarının merkezine oturtmaktadır…
İran etrafında olup bitenleri Yenicag.ru`ya repörtajında Global Savunma/Savaş Teknolojileri ve İstihbarat uzmanı Eylem Okumuş anlatıyor.
– Nükleer silaha sahip İran asıl kimin için bir tehdittir?
– İran, diplomatik yöntemler ile çözüme kavuşturulamayan nükleer kriz nedeniyle öne sürülen birçok kaos senaryosunun merkezinde yer almaktadır. İran nükleer tesisleri ve füze sistemlerinin ABD veya İsrail tarafından düzenlenecek bir askeri operasyon ile vurulması; Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, bundan dolayı petrol fiyatlarının hızla artması ve küresel ölçekli bir petrol krizinin çıkması; ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesi ve Arap Baharı’nın etkisiyle Orta Doğu’da oluşan jeopolitik hassasiyetten yararlanan İran’ın Şii-Sünni çatışmasına yol açacak politikalar izlemesi gibi senaryolar uluslararası gündemi ciddi biçimde meşgul etmektedir.
Bölgesel ve küresel aktörler, İran nükleer krizinin neden olacağı muhtemel gelişmeleri değerlendirmekte ve başta sıcak çatışma olmak üzere masada bulunan tüm seçeneklere karşı tedbir arayışında bulunmaktadır.. Irak’taki gelişmelerle birlikte Suriye krizi de göz önünde bulundurulduğunda kaosa doğru evrilmeye başlayan nükleer kriz sürecinin sıcak bir çatışmaya dönüşmesi olasılık dâhilindedir. Tahran yönetimi, bu strateji çerçevesinde Hürmüz Boğazı’nı kapatacağına ilişkin açıklamalarda bulunarak küresel güvenliği ve uluslararası ekonomik sistemi tehdit etmekte; Irak ve Suriye üzerinden Şii hilali ekseninde yürüttüğü bölgesel politikalarla Şiiler ve Sünniler arasında olası bir mezhepsel gerilimi tahrik etmektedir.
Tahran yönetimi, güvenlik eksenli oluşturduğu klasik dış politikasının en stratejik enstrümanları olarak nükleer programını ve füze sistemini görmektedir. Bu sebeple nükleer faaliyetlerini, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füze sistemleri ve üzerinde çalıştığı kıtalararası balistik füze programlarıyla paralel yürütmektedir. İran’ın uranyum zenginleştirmeye devam etmesi ve mevcut nükleer faaliyetleriyle birlikte birçok füze üretmesi, nükleer programının askeri amaçlı olduğuna yönelik kaygıları artırmaktadır. Nükleer bir İran, bölgedeki diğer ülkeler kadar Türkiye için de tehdittir. Bütün yaptırımlara ve tehditlere rağmen nükleer çalışmalarına kararlılıkla devam eden İran, nükleer programının barışçıl olduğunu iddia etmekte, uluslararası aktörler tarafından nükleer programına ilişkin karar alma aşamalarında müzakerelerin yeniden başlaması için uygun ortam oluşturmakta ve böylece programda ulaştığı her aşamayı uluslararası kamuoyuna kabullendirmek için fırsat yaratmaktadır.
Nitekim İran’ın bu politika ile nükleer silah ve atma vasıtası üretebilecek kabiliyete ulaşıncaya kadar zaman kazanmaya çalıştığını öne süren görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye krizin taraflarının bütün tezlerini dikkatle göz önünde bulundurmalı ve krizin geleceğine yönelik tüm seçenekleri hesaplamalıdır. Her senaryoya karşı hazırlıklı olunması önemlidir. İran’ın halâ bölgedeki devlet dışı aktörler aracılığıyla yürüttüğü politikaların ve bölgede kurmaya çalıştığı nüfuz alanlarının Türkiye’nin çıkarları ile doğrudan çakışacağı görülmektedir. Bu doğrultuda sürecin Türkiye’nin iç ve dış politikalarına etkilerini olası senaryolar çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir.
– ABD-İran gerilimi Türkiye’nin iç ve dış politikasını nasıl etkiler?
– ABD-İran arasındaki gelişmelerin Türkiye’nin iç ve dış politikalarını etkilemesi kaçınılmazdır. İlişkilerin ne yönde gelişeceği ve kullanılacak yöntemlerin belirsizliği sorunun yönetimini daha da zorlaştırmaktadır. Sonuçta, iç ve dış politikada önemli kırılmalar yaşanabilir. Çünkü sorun derinleştikçe, Türkiye dış politikada yol ayrımına gelecek ve önemli kararlar almak zorunda kalacaktır. ABD-İran ilişkilerindeki gerginlikler ve gelişmelerin Türk iç politikasına çeşitli etkileri olacaktır. Tartışmaların ilki etnik milliyetçilik hareketlerinde görülecektir. İran’da ortaya çıkacak etnik milliyetçilik hareketleri, Türkiye’nin yapısal fay hatlarına yeni boyut ve ivme kazandıracaktır.
Bunlardan birisi Türk(Azeri) milliyetçiliği, diğeri Kürt milliyetçiliği olacaktır. İran’daki olası bir ayrışma, Türkiye’de de benzer gelişmelere yol açabilecektir. Türkiye, İran sorununda kriz derinleştikçe, açıklamakta zorlanacağı bir tercih problemi ile karşı karşıya kalacaktır. Söz konusu tercih, üç farklı şekilde gerçekleşebilir. Birincisi Türkiye açıkça olmasa da İran yanlısı politik tutum izleyebilir. Bu kararın ideolojik, siyasal ve tarihsel temelleri çok zayıf görünmekte ve açıkça ortaya konulduğunda da ciddi riskler içermektedir. İkincisi Türkiye, açıkça ABD yanlısı politikalar izleyebilir. Bu tercih, siyasal karar alıcılar için ciddi ikilemler içermektedir. Bir yanda Türk- Amerikan ilişkilerinin Irak Savaşı ve sonrası geçirdiği sarsıntı ve güven bunalımı, bir yanda da uzun vadede bölgede meydana gelecek gelişmelerin Türkiye’ye olası etkileri ciddi kaygılar yaratmaktadır. Son olarak, Türkiye, sorun karşısında ara yerde ve kararsız kalabilir. Böyle bir tutum Türkiye’nin başlangıçta iki devletten de doğan riskleri göğüslemesini, uzun vadede ise ortaya çıkacak yeni jeopolitik ortamdan zarar görmesine neden olacaktır.
İlk olarak tartışmalar Kürt sorunu üzerine olacaktır. Diğer tartışma konusunu kamuoyundaki ideolojik bölünmelerin oluşturması kaçınılmazdır. Son olarak tartışmalar, siyasi karar alma sürecinde yer alan aktörlerin rollerine ilişkin olacaktır. İran’da yaklaşık olarak dört milyon Kürt yaşamaktadır. Çoğunluğu Sünni olan ve yönetimle sürekli çatışma halinde olan Kürt siyasal hareketinin üç temel özelliği bulunmaktadır. Birincisi İran Kürt hareketi İslam devrimi sonrası liderlerini ve bütünlüğünü yitirmiştir. İkincisi İran Kürtlerinin Barzani ve Talabani ile olan bağları zayıf ve güvensizlik üzerine kuruludur. Çünkü her iki lider de, İran rejimi ile işbirliği yaparak İran Kürtlerine karşı şiddet kullanmışlardır. Son olarak İran Kürtleri arasında kabul gören ve etkin olan örgüt PKK’dır. PKK bu etkinliği başlangıçta İran’ın verdiği desteğe borçludur.
İran PKK’ya destek verirken iki amaç gözetmişti: Mevcut potansiyelin Türkiye’ye karşı kullanılması ve İran Kürtleri arasında politik ayrışmanın derinleştirilmesi. Etnik sorunlar rejimin zorlayıcısı olarak ön plana çıkarılacaktır. Kürtlerin, bağımsızlık elde etmek için bir yandan İran devletine karşı, bir yandan da Türklerle (Azerilere) çatışmayı göze almaları gerekmektedir. İleriki aşamalarda, İran merkezi hükümeti gücünü yitirecek olursa Kürtler, Irak Kürt’lerinden de destek alarak bölgede ciddi istikrarsızlık yaratabilir. Bu durum uzun vadede Türkiye içinde de benzer sorunlar ortaya çıkaracaktır. İran’lı Kürtler aynı zamanda iç içe yaşadıkları Azeri nüfus ile de çatışabilirler veya her iki grup İran hükümetine karşı birlikte hareket edebilirler. Bu durum biraz da Türkiye’nin Azeri ve Kürt’ler arasındaki ilişkilerde nasıl bir politika izleyeceğine bağlıdır. Türkiye İran’da rejimin zayıflaması durumunda nasıl bir tutum takınacağına şimdiden karar vermek zorundadır. Aksi takdirde bir ikilemle karşı karşıya kalabilir.
– Bölgedeki türk nüfus üzerinde Türkiye’nin doğal etkisini göz önünde bulundurursak, Ankara bölgesel olaylarda ne gibi bir rol üstlenecek?
– Gelişmeler bir yandan Türk-ABD ilişkilerini etkilerken, bir yandan da İran merkezli Ortadoğu ve Kafkaslar bölgesinde Türk dış politikasını yeniden şekillendirecektir. Aynı süreçte Türkiye’nin AB ile ilişkileri de dikkate alındığında, sorunun öngörülenden daha karmaşık ve çok yönlü olacağı gözden kaçmamaktadır. ABD’nin İran sorunundaki politik hedefleri, gerçekleştirme süreci ve araçları, Türkiye’yi çeşitli bakımlardan etkileyecektir. Böylesine karmaşık bir ikilemle karşı karşıya kalan Türkiye ABD ile çeşitli alanlarda işbirliği yapmak zorunda kalabilecektir. Bu işbirliğinin ilk dönemlerde üstü kapalı ve dolaylı olması olasıdır. Türkiye’nin bu aşamada BM, NATO, AB gibi meşruiyet sağlayıcı uluslararası kuruluşlarla birlikte hareket etmesi kaçınılmazdır. Süreç ilerledikçe Türkiye’nin ağırlığını artan bir şekilde ve açıkça ABD den yana koyması beklenebilir.
İran sorununda, ABD-Türkiye ilişkilerinin kolayca dengeye ulaşması beklenmemelidir. Süreçte, tarafların tutumunu belirleyecek olan Irak’ta yaşanan tecrübeler olacaktır. Diplomatik yalnızlaştırmadan ekonomik ambargoya, hukuki araçların devreye sokulmasından, politik-psikolojik araçların etkin kullanımına ve askeri güç kullanımına kadar tüm alanlarda buna ihtiyaç vardır. Özellikle ekonomik ambargonun işlevsel olması, toplumsal fay hatlarının tetiklenmesi ve örtülü operasyonlar için Türkiye’ye ihtiyaç duyulacaktır.
İran sorununda kriz ilerledikçe bölgede önemli rol üstlenecek ülkelerden birisi de Azerbaycan’dır. Azerbaycan, jeopolitik konumu, Güney Azerbaycan’da yaşayan yirmi beş milyon Azeri nüfusun politik etkinliği ve bu nüfusun rejim değişikliğinde olası rolü nedeniyle İran sorununda dikkate alınması gereken önemli bir aktördür. Azerbaycan’ın İran sorununda ABD’ye destek sunması Ermenistan ile olan sorunlarının giderilmesi ve Rusya’nın etkinliğinin sınırlandırılması ile mümkündür. Eğer İran konusunda verilecek destek Karabağ sorununun çözümünde ilerleme sağlayabilirse, bu durum Türkiye-Ermenistan ilişkilerini farklı bir zemine taşıyabilir. Öte yandan Azerbaycan’ın vereceği desteği kırmak isteyen İran, Karabağ sorununun daha da derinleşmesine yol açabilir. İran sorununda kriz uzadıkça bu durum Rusya’nın çıkarlarına uygun gibi görülebilir. Rusya İran’a silah satışı ve artan petrol fiyatları nedeniyle gelirlerini arttırma imkânı bulabilir. Ancak Rusya uzun vadede farklı durumlarla karşılaşabilir.
– İran’ın Irak politikasının asıl amacı ne?
– Irak, İran sorununun etkilerinin en yoğun hissedileceği ülkelerin başında gelmektedir. İran, ABD ile sorunları çözülünceye kadar, Irak’ta istikrarsızlığın sürmesini hedefleyecek ve bunu pazarlık unsuru olarak kullanmak isteyecektir. İstikrarsız Irak; ABD yönetimi için askeri meşguliyet ve güç tahsisi, psikolojik yıpranma, kamuoyu desteğini kaybetme anlamı taşımaktadır. İran, mezhepsel bağlantıları, politik kültürü, tarihsel algılamaları ve çıkarları ile Irak’ta istikrarsızlığı sürekli hale getirebilecek yeteneklere sahiptir. Etnik ve mezhepsel çatışmaların sürdüğü, işgalcilere karşı ayaklanmaların devam ettiği Irak, önemli güvenlik sorunları üreten ve bunu çevresine yayan ülke konumuna gelecektir. Bir yandan Kürt devleti tartışmaları ve PKK’nın varlığı, bir yandan da radikal dini terör örgütlerinin aktif olması Türkiye için ciddi sorun teşkil edebilir.
Türkiye, zayıf ve etkisiz Irak hükümetleri ile komşuluk yapmaktan dolayı ağır bedeller ödeyebilir. İran’ın istikrarsızlaştıracağı Irak, Türkiye’yi güvenlik ve ekonomik anlamda etkileyebilecektir. ABD-İran sorununda taraflar farklı biçimlerde de olsa güç kullanma eğiliminde olduklarını gizlememektedirler. Kullanılacak gücün niteliği farklıklar göstermektedir. ABD’nin doğrudan veya dolaylı olarak İran’a karşı askeri güç kullanabileceğini, örtülü operasyonlara girişebileceğini öngörebiliyoruz. Öte yandan İran, ABD’nin bu girişimlerine ağırlıklı olarak asimetrik araçlarla cevap verebilir. İran sorununda süreç ilerledikçe çeşitli güvenlik konularının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Türkiye; nükleer tehdit, terörizm, kitlesel göç, kaçakçılık ve sınır güvenliği sorunları ile karşılaşacaktır. İran İslam Cumhuriyeti terörizm konusunda hayli kabarık bir sicile sahiptir. Maliyeti az, etkileri fazla olan terörizm özellikle devrim sonrası süreçte İran tarafından bir devlet politikası olarak ve çeşitli şekillerde kullanılmıştır.
İran; PKK terörizmini 1980’den 1999’a kadar açıkça desteklemiştir. Aynı dönemde Türkiye’de faaliyet gösteren çeşitli radikal dini örgütlere destek vermiştir. İran, terör örgütlerine destek vermekle kalmamış, gerektiğinde de çok sayıda örtülü operasyona imza atmıştır. İran ciddi tecrübe ve güçlü istihbarat örgütlenmesine sahiptir. O halde kriz hali devam ettikçe İran bu kozu kullanmaktan çekinmeyecektir. Terör kartı sadece Türkiye’yi değil, Türkiye’deki ABD ve İsrail çıkarlarını da hedef alabilecektir. İran terör kartını çeşitli şekillerde ve farklı alanlarda kullanabilecek yeteneklere sahiptir. Bu noktada terörizm iki alanda yoğunlaşabilir. Bunlar, etnik terörizm ve radikal dini terörizm olarak sınıflandırılabilir. İran, önümüzdeki süreçte Türkiye’ye karşı etnik terörizmi destekleyebilir ve özendirebilir. Bu durum İran’da devam eden PKK terör faaliyetleri ile çelişkili gibi görünse de, Kürt silahlı gruplarının tarihsel/dini/bölgesel bölünmüşlüğü İran’dan destek alacak grupların her zaman bulunabileceğini göstermektedir.
İran, ABD ve Türkiye karşıtı radikal dini eğilimli Kürt hareketlerinin terör faaliyetlerini destekleyebilir. İran’ın en büyük avantajı radikal dini eğilimli terör hareketlerini destekleme gücüdür. Konu terörizm olduğunda mezhep ayrılığı sorun olmaktan çıkabilmektedir. Bu nedenle de İran sadece Şii örgütlerden değil, Sünni örgütlerden de kolayca destek alabilir. Türkiye, terör örgütlerinin hedefi haline gelebilir…
Ekonomik ve diplomatik ambargoların uygulanması halinde, iç talepler karşılanamayacak, karaborsa ve kaçakçılıkta ciddi artışlar görülebilecektir. Bu durum, Türkiye-İran sınırını etkileyerek sürekli ihlalleri gündeme getirebilir. Kaçakçılık; terörizm, aşiret yapısı ve etnik sorunlarla birleştiğinde daha karmaşık ve ciddi ekonomik, sosyal ve güvenlik sorunları yaratabilecektir. Uzun vadede İran sorunu, Türkiye için “beka” sorununa dönüşme potansiyeline sahiptir. Gelişmelerin etkileri, ekonomiden iç ve dış güvenliğe, dış politikadan iç politikaya kadar geniş bir yelpazede görülecektir. Üstelik İran’da gelişecek siyasi hareketlerin, Kuzey Irak’tan destek alarak silahlı mücadeleye dönüşmesi de kaygı verici olacaktır.
Türkiye artan ve açıkça ifade edilen talepler karşısında, ABD ile İran arasında bir seçime zorlanacaktır. Irak tecrübesi kararsızlığın maliyetinin neler olabileceği konusunda Türkiye için bir hayli öğretici olmuştur. Eğer Türkiye, İran sorununda gelişmeleri iyi yönetemezse bu durum, ülke için hayati öneme haiz, kalıcı ve yıkıcı gelişmelere yol açabilir .
Konuştu: Kafkas Ömerov