Siyasi çıkarların arka plana attığı derin mezhepsel ayrışma: Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasının nedeni nedir?

Ahmet Uysal, “Tahran ve Riyad arasındaki gerilim, temelde etnik (Fars-Arap) ve mezhebi (Şii-Vahhabi) ayrılıklardan ziyade jeopolitik rekabet ve bölgesel hegemonya arayışından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda birbirlerini din-içi ötekileştiren ve politik dine/mezhebe sahip her iki devlet de bu mücadelede dini araçsallaştırmakta ve çıkara dayalı pragmatist bir dış politika izlemektedir. Bu durum, özellikle Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile İran arasındaki gerilimin temel dinamiklerini oluşturur.” dedi.

Suudi Arabistan’ın İran’ın başkenti Tahran’daki büyükelçiliği, 6 Ağustos itibarıyla 7 yıl aradan sonra resmen yeniden faaliyete başladı. Peki siyasi anlaşmazlık tarihi çok eskilere dayanan Suudi Arabistan’la İran arasındakı ilişkilerde kaydedilen ilerlemenin altında yatan nedenler nelerdir?

Konu ile ilgili Azerbaycan`ın Report Haber Ajansı`na açıklamada bulunan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Başkanı Ahmet Uysal, Basra Körfezi`nde dikkat çekerek, “Son on yıldan fazla bir süredir Basra Körfezi, İran ve Suudi Arabistan arasındaki rekabetin merkezi olmuş, her iki devlet de bölgesel etki alanlarını genişletmek için çaba göstermiştir. Son yıllarda Suudi Arabistan’ın daha iddialı bir dış politika izlemesi, bölgesel jeopolitik dönüşümlerle yakından ilişkilidir. Bu dönüşüm, 2011 Arap Baharı, ABD Başkanı Barack Obama’nın “Asya’ya Dönüş” (Pivot to Asia) stratejisi ve 2015 İran nükleer anlaşması gibi üç önemli olayın etkisiyle şekillenmiştir. Bu gelişmeler, Riyad’ın artan iddiasına hem fırsatlar hem de zorluklar sunmuştur. Suudi Arabistan, bu değişim bağlamında Körfez’den Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bölgesel olaylara müdahil olmuştur.” ifadelerini kullandı.

Uysal, 10 Mart 2023 tarihinde Tahran ve Riyad arasında gerçekleşen diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması ve büyükelçiliklerin açılması kararının, Ocak 2021’de iki ülkenin istihbarat yetkilileri arasındaki görüşmelerle başlayan, Nisan 2021’de Bağdat’ta Irak ve Umman’ın arabuluculuğunda gerçekleşen doğrudan görüşmelerle devam eden uzun süreç sonucunda ortaya çıktığını belirterek bu görüşmelerin odak noktaları arasında Yemen iç savaşı, Lübnan krizi, İran nükleer anlaşması ve Basra Körfezi’nin güvenliğinin bulunduğunu kaydetti.

“10 Mart’ta varılan anlaşma özellikle Suudi Arabistan’ın Yemen’deki gerilimi azaltma çabalarını yansıtmaktadır. Ancak bu anlaşmanın aynı zamanda bölgede geniş kapsamlı bir normalleşme dalgasının başlangıcını temsil etme potansiyeli vardır. Örneğin, Riyad, Şam yönetimini Arap Ligi’ne davet ederek normalleşme yolunda önemli bir adım atmıştır. Ayrıca, İran’ın Bahreyn ile görüşmeler yürüttüğü ortaya çıkmıştır. Tabii ki, Riyad ve Tahran’ın bu değişimden beklentileri farklıdır. Suudi Arabistan’ın temel stratejik hedefi, ülkenin petrol bağımlılığını azaltarak ekonomiyi çeşitlendirmektir. Suudi Arabistan’ın “Vizyon 2030″ planı, ekonomiyi petrole dayalı olmaktan çıkararak turizm ve yabancı yatırım ile çeşitlendirmeyi, ülkeyi küresel bir iş ve kültür merkezi haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bölgesel gerilimlerin yatıştırılması, bu vizyonun merkezindedir ve aynı zamanda Suudi Arabistan’ın ABD’ye olan bağımlılığını azaltma çabasından kaynaklanmaktadır. Bu hedefe ulaşmak için Riyad, petrol üretiminin, taşımacılığının ve satışlarının aksamadan devam etmesini sağlamayı ve ülkeyi uzun vadeli doğrudan yabancı yatırımlar için güvenli bir yer olarak konumlandırmayı temel bir güvenlik meselesi olarak görmektedir. Dolayısıyla, Riyad, İran destekli Husiler tarafından bu çabaların sekteye uğratılabileceğinin farkındadır. Aramco saldırıları bunu daha önce göstermiştir.” diye konuşan ORSAM Başkanı, Tahran’ın perspektifinden bakıldığında ise, Riyad ile yapılan anlaşmanın, İran’ın İsrail ve ABD ile yaşadığı gergin döneme denk geldiğini vurgulayarak sözlerini şöyle sonlandırdı:

“İran’ın uranyumu yüksek düzeyde zenginleştirme girişimleri, İsrail ve ABD tarafından endişeyle karşılanmıştır. Washington yönetimi, İran-Suudi Arabistan gerginliğinin azaltılmasını memnuniyetle karşılarken, İsrail, Suudi Arabistan ile varılan anlaşmayı İran’a karşı askeri eylem tehdidini azaltmak amacıyla hesaplanmış bir adım olarak değerlendirmekte ve bu nedenle öfkelenmektedir. Tahran, Riyad ile anlaşarak Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki artan ilişkileri ve potansiyel normalleşmeyi engelleme fırsatı olarak görmektedir. Ayrıca Tahran yönetimi Batılı yaptırımlar altında ekonomik bir kriz yaşarken komşularıyla ilişkilerini normalleştirmek zorunda olduğunu hissetmektedir.”