Türkiye`nin BOP`ta yeri ve Suriye savaşı: Batının bölgedeki asıl amacı ne?

Barış Pınarı Harekatı, Büyük Ortadoğo Projesi, Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileşmesinde Rusya`nın atacağı adımlarla ilgili Yenicag.ru`nun sorularını Global Savunma/Savaş Teknolojileri ve İstihbarat uzmanı Eylem Okumuş yanıtlıyor.

– ABD`nin Irak ve Afganistan`a saldırmasının ardından gündeme gelen Büyük Ortadoğu Projesi bir komplo mu, yoksa iyi hazırlanmış bir strateji mi?

– BOP Yeni Dünya Düzenine yönelik stratejik bir savaştır. Irak`ın harap ettikten sonra çoğulcu rejim adına 30 Ocak 2004’te yapıldığı varsayılan seçim, bir komedi ve trajedidir. Bu seçimde oyu verene değil, oy’u sayana baktığımızda içerisinde komediyi ve trajediyi birlikte görürüz. Dün bölgede diktatörleri ve tarikatları destekleyenlerin bugün demokrasi oyununu oynadıklarını görürüz. ABD’nin BOP’u uygulama alanına baktığımızda İslam coğrafyasının sınırlarını görürüz. ABD bu ülkelere demokrasiyi getireceğini söylüyor. İktisadi kalkınmanın olmadığı, insanların kültür ve eğitim seviyelerinin düşük olduğu bir toplumda demokrasinin işlemeyeceğini ABD’de biliyor. BOP kapsamındaki ülkelerin hiçbiri (İsrail hariç) ekonomik gelişimini tamamlamamıştır. BOP kapsamındaki ülkelere demokrasi getirme sözü, bir kandırmacadır. BOP Projesinin sınırları Hindistan ve Cebelitarık arasındaki bölgedir.

Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi Kuzey Afrika’dan İran Körfezi’ni de kapsayacak şekilde Pakistan’a, Filistin’e, Orta Asya’ya ve Kafkaslar’a uzanan bölgedir. Bu bölgede Arap Ülkeleri, İsrail, Pakistan, Bangladeş, Afganistan, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye yer almaktadır. ABD 1998’de Başkan Clinton Dönemi’nde 21.Yüzyılı şekillendirme adı altında yeni bir stratejik yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşımın amacı, dünyayı ABD’nin milli çıkarları doğrultusunda şekillendirmektir. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD’nin Afganistan ve 2003 yılında Irak’a müdahalesi ve işgali bu stratejinin ilk adımı olmuştur. Bu stratejik yaklaşım ve ABD’nin çıkarları ve hayat sahası, ABD’nin sınırları dışına taşmıştır. Günümüzde ABD stratejik bakışla Ortadoğu’yu Merkez Harekât Alanı olarak tanımlamıştır. CENTCOM olarak isimlendirdiği ve bölgede teşkil ettiği komutanlığın sorumluluk alanı Ortadoğu ve Afrika’dır.

Netice olarak BOP’un bölge ülkelerine demokrasiyi getirmesi bir aldatmacadır ve operasyonel bir slogandır. Gerçek amaç ABD’nin petrol ve petrol yollarını kontrol altına alarak başka ülkelerin kullanmasını önlemektir. Esas amacı ise İsrail’in varlığını korumaktır.

– Kaddafi`nin, Mübarek`in, Tunus diktatörünün sonunu getiren ve bir çok arap lidere de ciddi sorunlar yaşatan Arap Baharı`nın sonucu göründüyü gibi kaos oldu. Şimdi arap ülkeleri ve dünyanın bir dizi devletlerinde bitmeyen itiraz yürüşleri ve güvenlik güçleri ile çatışmalar var. Dünyada neler oluyor? Hangi güçler çatışıyor

-Küresel güç mücadelesi, dünyanın her yerinde Afrika’dan Uzak Doğu’ya Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya tüm hızıyla devam etmektedir. ABD, Rusya, Çin başta olmak üzere AB ve bölgesel güçler dünyada ittifaklar kurma yarışını sürdürürken, resmi gayri-resmi bloklaşmalar da belirginleşmektedir. Arap Baharı süreci, Orta Doğu’da derin çatlaklar yaratırken, yeni bloklaşma ve ittifak ilişkilerine girme tercihlerini de etkiledi. Arap Baharının yaratığı kaos ve çatışma ortamında, başta kriz yaşayan devletler olmak üzere, Orta Doğu’daki devletler ve uluslararası aktörler, mevcut ittifak ilişkilerinde çeşitli kırılganlıklar yaşamak zorunda kaldılar. Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Suriye başta olmak üzere, daha küçük çaplı gerilimler yaşayan diğer Arap devletleri, demokratik taleplerle ortaya çıkan Arap Baharı sürecinin yaratığı kaos nedeniyle ikili, bölgesel ve küresel ortaklıklar açısından her biri farklı deneyimler yaşadı.

Yönetici elitlerin değişimi ya da reform sözleri verilerek aşılan gerilimler dışında asıl dramatik olan, iktidarı devretmek istemeyen otoriter yöneticilerin her türlü şiddetten kaçınmamalarıydı. Bu tür yöneticilerin müttefiklerinin yoğun desteği ile ayakta kalmaya çalışmaları, daha büyük felaketlere yol açtı. Arap Baharı’ndan doğrudan etkilenmeyen bölge devletlerinin yöneticileri rejimlerini korumak güdüsüyle, bölgesel ve uluslararası ortaklarla ittifaklar kurarak bölgedeki krizleri yönetmeye çalıştılar. Kurulan işbirliği ve ittifakların kırılganlığı, kriz ülkelerinin farklılığına göre belirleniyordu. Bu devletleri farklı krizlerde farklı ittifak ilişkisine yönelten başlıca etken, statükoyu koruma amacıydı. Şii rejime karşı Sünnileri destekleyen bir ittifaka girilirken, Sünni bir yönetimi kendi monarşileri için tehlikeli görmelerinden ötürü darbeyle görevden uzaklaştırılmasını desteklemek ve darbe yanlısı ittifakın içinde yer almak sadece bölgede eski düzenin yürümesi arzusundan kaynaklanmaktaydı. Bölgedeki gelişmelere idealizm perspektifiyle bakmakla birlikte bölgede demokratik değişimin gerçekleşmesi adına ittifaka giren Türkiye gibi aktörler açısından ise bölge devletlerinin çelişkileri tam bir hayal kırıklığı olmuştu.

ABD, Rusya, AB ve ülkelerinin Arap Baharı sonrası ittifak yönelimlerine gelindiğinde; krizin başında ABD ve Avrupalı devletlerin temkinli duruşunun nedeni Bahar sürecinin dalga boyunun ilk etaptaki belirsizliğiydi. Daha sonraki gelişmelerde, söz konusu devletler Bahar sürecini yönlendirmeye çalıştılar. Rusya, bu süreçte Libya krizine kadar sessiz kalırken, sürece Suriye’nin bölgedeki son kalesi olduğu düşüncesiyle yaklaşmıştır. Değişimi yönlendirmek amacıyla tercih edilen siyasal ve ekonomik seçenekler arasında yumuşak geçişi sağlama, istikrar vurgularıyla beraber demokratik taleplerin dikkate alınmasını telkin etme, insani yardım, mali yardım, askeri müdahale gibi alternatifler yer almıştır. Bu seçeneklerin uygulanması ülkeye, krizin boyutuna, ittifak ilişkilerinin düzeyine ve krize taraf ülkelerin niteliğine göre belirlenmiştir. Söz konusu devletlerin, bu seçenekleri belli bir sıraya ve süreye göre değil de kısa sürede kendi önceliklerine göre tercih etiği de bir başka gerçektir. Bir diğer konu ise başvurulan seçeneklerin, söz konusu devletlerin bölgeye yönelik politikalarını değiştirmiş olduğu anlamına gelemeyeceğidir. Zaten bu süreçte, tüm aktörlerin ittifak önceliklerine göre değil, konjonktüre ve pratik çıkarlarına göre bir yapılanma tercih etiği söylenebilir.

– Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi`nin neresinde yer alıyor?

– Türkiye’nin sorunlu bir coğrafyada yer alması, çevresindeki gelişmelerden etkilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Ne var ki, Türkiye’nin konumu ve durumu; baş başa kaldığı diğer bölgesel sorunlar bir yana, sadece Ortadoğu kaynaklı sorunlarda dahi yeterli hareket tarzları üretmesini sınırlandırmaktadır.

Türkiye bugün, uluslararası zeminlerde hakkında alınmakta olan olumsuz kararlara karşı koyabilecek imkanlardan giderek yoksun hale getirilmektedir. Bugün Türkiye’nin AB’ye dahil olma girişimlerinin ne şekilde sonuç vereceği, üye ülkelerin tutumlarına bağlı kalmıştır. Bir kısım AB ülkeleri, Türkiye’yi aralarına almaya istekli görünmemektedirler. Birlik içinde yavaş yavaş yükselen sesler böyle bir niyeti açıkça ortaya koymaktadır. Reform görüntüsündeki ödünlerin belli bir sınırda tutulamaması Türkiye için bir noktadan geriye dönüşü giderek güçleştirmektedir. Türkiye yaşamsal değerdeki bu kırılma noktasını çok iyi tespit etmek zorundadır.

Türkiye yakın zamana kadar AB ile ABD arasındaki bir çizgide denge aramıştır. Ancak bu çizgi şimdi giderek yok olmaktadır. Çünkü AB ile ABD’nin Ortadoğu’da giderek örtüşen menfaatleri Türkiye için bölgede üstlenilebilecek yeni bir rol yaratmıştır. Bu rol; Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içerisinde model oluşturmasıdır. Türkiye’nin AB içinde yer alması yerine, Büyük Ortadoğu Birliği içinde bulunması, ABD ve AB’nin daha çok yararınadır.

ABD ve AB’nin Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi için bir model olarak görmelerinin altında yatan gerçek şudur:

Büyük Ortadoğu Birliği içinde yer alacak bir Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı en büyük tehlike; ulusal birliğinin ve ülke bütünlüğünün korunamamasıdır. Projenin özünde var olan ve özelliğinden kaynaklanan bu tehlike, Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki yapısını gelecekte devam ettiremeyeceği anlamını da taşımaktadır.

ABD ve AB’nin Türkiye’ye bakış açısı, Türkiye’nin Avrasya’da, ABD ve AB çıkarları doğrultusunda merkezde yer alacağı Büyük Ortadoğu’dur. Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için ileri sürülen koşullar çerçevesinde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmeye kararlı olduğu siyasal ve ekonomik reformların ortaya çıkardığı sonuçlar şimdiden tehlike işaretleri vermeye başlamıştır. AB dışında tutulacak bir Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içinde elde edeceği konum, Türkiye’nin ulusal hak ve menfaatlerini korumada yeterli olamayacaktır. Çünkü projenin temelinde bölge ülkelerinin hak ve menfaatleri yerine, ABD ve Batının hak ve menfaatleri ön plana çıkmaktadır.

ABD’nin ulusal çıkarlarını gerçekleştirme doğrultusunda, toprak bütünlüğü de dahil olmak üzere, gelecekte birçok konuda Türkiye’yi karşısına alacak hareket tarzları izleyebileceği hiçbir zaman dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

ABD’nin Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan’da deniz üslerine sahip olma girişimi, Türk Boğazlarının bugünkü statüsünü belirleyen Montrö Anlaşmasında tadilat yapılmasını gündeme getirebilecektir. Rusya Federasyonunun bu girişime katkıda bulunarak, ABD ile ortak hareket etmesi muhtemel görülmektedir. Türkiye bu konuda da ivedilikle tedbir geliştirmek zorundadır.

ABD bölgedeki bazı ülkelerde “Stratejik Ortak” yaklaşımıyla etkinlik göstermektedir. Stratejik ortak olabilmenin iki temel koşulu vardır: Ulusal hedeflerde beraberlik! Ulusal çıkarlarda beraberlik! Çok sık gündeme gelen Türkiye-ABD stratejik ortaklığı terimi; Türkiye ve ABD’nin Kuzey Irakla ilgili değerlendirmeleri, bölgede faaliyet gösteren yasa dışı terör örgütlerine bakışı, Ortadoğu yaklaşımlarında beraberlik sergilemekten uzaktır.

– Suriye`nin kuzeyindeki terör koridorunun yok edilmesinden sonra bu bölgenin geleceği nasıl olacak? Esat bu bölgeyi Türkiye`den geri talep ederse, Ankara Şam`ın hangi garantilerinden sonra bölgeyi terkedecek?

– Ankara ve Şam arasındaki normalleşme ise bir yönüyle Suriye Anayasa Komitesi’nin işleyişine bağlı. Anayasa Komitesi’nde hem ılımlı muhalifler yer alıyor hem de Esad rejiminin temsilcileri yer alıyor. Yani Suriye’de ılımlı muhaliflerin temsil edildiği bir anayasal düzenin oluşturulması durumunda Türkiye’nin Suriye devletiyle, Esad ile olmasa bile, diplomatik temasları başlayabilir; kısa vadede değil belki ama orta ve uzun vadede, Astana süreci özelinde ABD’yi dışlayan, bölgede yeni bir güç dengesi oluşturan, bölgenin geleceğine bölge devletlerinin karar verdiği bir süreç şekillenmeye devam ediyor. Fırat’ın doğusu meselesinde Astana ortaklarının görüş birliğine vardığı görülüyor.

“Suriye’nin BM’ye yazdığı mektupta PKK-PYD liderliğindeki SDG için ilk defa ‘bölücü terörist milisler’ ifadesini kullanması, Esad yönetiminin bu noktadan sonra Astana süreciyle uyumlu bir şekilde çalışacağını göstermektedir. Bu anlamda Astana sürecinin geleceği bakımından ümit verici gelişmeler yaşanmaktadır” “Astana Süreci’nin temel çıkış noktası da Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğiydi. Fakat geçen süre zarfında Rusya ve İran destekli Suriye yönetiminin PYD-PKK terörüne karşı yeterli mücadeleyi göstermemesi, Türkiye nezdinde Esad yönetimine karşı güven sorununa yol açtı. Zira Suriye ordusu, Türkiye’ye karşı yer yer PYD-PKK terör örgütüyle iş birliği yapabilmekteydi. Bu noktaya kadar Suriye, Rusya ve İran üçlüsü, Türkiye’nin sınır güvenliğine ilişkin kaygılarını gidermek için yeterli desteği göstermemişti.

ABD ile varılan anlaşmada Fırat’tan Irak sınırına kadar 444 km. uzunluğundaki bir bölgeyi YPG’nin terk etmesi kararlaştırıldı. Fakat Türkiye’nin kontrolündeki “güvenli bölge”, Barış Pınarı harekatıyla askerin denetim sağladığı Tel Abyad ile Resulayn arasında 120 km. uzunluğunda bir alandır.

Kalan 324 km. uzunluğundaki geniş alanda, başta Ayn el-Arab (Kobani) ve Kamışlı olmak üzere YPG’nin yönetim kurduğu veya mevzilendiği çok önemli yerler vardır. Bu akşama kadar buralardan da çekilmeleri gerekiyor.
Fakat bu arada Moskova, Esat rejimiyle YPG’yi anlaştırdı. YPG’nin kendi kaleleri haline getirdiği Kobani ve Kamışlı’da PYD ile birlikte hem rejim kuvvetleri hem Rus askerleri var!

Fırat’ın batısındaki Mümbiç’te de durum böyledir; Rus askerleri, Esat güçleri ve silahlı YPG unsurları birlikte bulunuyorlar.Rusya ve Esat buralardan YPG’yi kesin ve kalıcı olarak çıkaracak mı?Eğer Şam bu noktalarda garanti verirse Türkiye bu bölgelerden çekilebilir.

– Suriye`da Batının Esat rejimini yıkmak için başlattığı iç savaş Rusya`nın bölgeye hakim olması ile bitti. ABD ve Batıyı Suriye`de kaybetmiş gibi nitelendirmek ne kadar mantıklı? Waşshington`un Suriye`de bir B planı var m; sizce? Yoksa, o zaman Suriye`yi ruslara nasıl peşkeş çekebilirler?

– ABD,nin Suriye’den çekilme hamlesi çekilmekten ziyade, bölgedeki hegomonyasını sürdürme stratejisi olarak okunmalı. Askerlerinin birçoğu halen bölgede olmasına rağmen çekilme durumunda da büyük olasılıkla Irak’a kaydıracaktır.ABD’nin Rusya ve Türkiye’nin IŞİD’i bitirmek istediğini ama kendileri kadar istemediklerine dair kafa karıştırıcı beyanatları da var. Askeri açıdan başarısız olan ABD’nin bölgedeki amaç ve hedeflerine odaklanmak gerekiyor. Ne olursa olsun ABD, kendi ulusal güvenlik planlarını gerçekleştirmek için Doğu Akdeniz’deki hakimiyetini güçlendirmek isteyecektir.Yani ABD, Suriye’den taktiksel olarak çekilecek; bölgede ABD bayrakları ile gezen kara veya hava unsurlarının yerine de vekalet savaşçıları yer alacaktır.

Trump kendince, çekilme kararı ile bölgedeki çatışmasızlığı bitirdi. Kontrol edilebilir bir kaos istiyor. Rakka’da petrol var ve YPG bunu İsrail’e satıyor ve bir gelir elde ediyor. Ama Rakka petrollerini Doğu Akdeniz’deki petrol ve diğer rezervlerle karşılaştırırsak çok da önemli değil. Bu oyun Akdeniz’de Rusya’nın doğalgaz hakimiyetini de kırar. Bunun için bence Doğu Akdeniz daha da önemli olacak. ABD Doğu Akdeniz’e çekilince Rusya ve Iran’a doğalgaz konusunda rakip olacak. Bu da Rusya ve İran’ın milli gelirinin düşmesi demek. Şunu sormak gerekiyor Rusya ve İran neden sessiz?Bekliyorlar. Çünkü birçok unsur var. Doğalgaz var, petrol var, hava sahası var, askeri üsler var… ABD ile bir işbirliğine gitmek zorunda kalabilirler. Fırat’ın Doğusundan çekilerek de Türkiye ile anlaşma zemini oluşturdu. Orada bir operasyon yapmak için ABD’nin askeri unsurları ile işbirliği yapmak gerekiyor. ABD ayrıca çekilme kararı ile bölgedeki mutabakatı da bozdu. Hesaplanmış adımlar bunlar. Türkiye’nin Rusya’ya yanaşmamasını istiyor.

Burada üst hedef Rusya ve Çin. Lokal hareketlerle küresel etki oluşturmak. Buradaki mihenk taşı da Türkiye… Esas niyet askeri ve diplomatik işbirliğini zayıflatarak Türkiye ve Rusya’nın gücünü kırmak… Bunun üzerinden Doğu Akdeniz’deki gücü elde etmek. ABD, Suriye’yi istikrarsızlaştırarak İsrail’i rahatlattı. Aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki genişlemekte olan tesir alanını daralttı. İsrail dışında bütün bölge ülkeleri neredeyse iktisadî bir bütün olma düşüncesine ısınıyordu. Suudi Arabistan sınırına kadar vizesiz gidilebiliyordu.Rejim karşıtı hareket başladığında bunun kısa sürede sonuçlanması için ABD ve Avrupa’nın devreye gireceği, netice olarak Baas iktidarının sonunun geleceği sanılıyordu. Türkiye’nin böyle bir beklenti ile konuya yaklaşması da o zamanlar tuhaf kaçmıyordu. Tabiî ABD’nin gerçek senaryosu bilinmediği için Türkiye Şam yönetimi ile ilgili siyasetini doğru bir zemin üzerinde tutamadı. İçeride rejim karşıtı muhalefet büyürken Baas iktidarının demokratik bir yapıya evrilmesi yönündeki çabalar bir sonuç vermedi.

Bu tavırda Rusya’nın ne kadar rolü olduğunu, başlangıç safhasında bilmek mümkün değil. Fakat zaman geçtikçe, kriz derinleştikçe bu derinliği çok boyutlu hale getirmek maksadıyla Rusya’nın silahlı güç olarak denkleme katılması, hatta İran’ın aynı şekilde savaşan bir güç olarak devreye alınması ABD’nin rızası, onayı olmadan mümkün olamazdı.Bu “olamazdı”yı şimdi çok daha rahat söyleyebiliyoruz.Arka planda bir ABD-Rusya mutabakatı olduğunu görmemek bu raddede ancak körlükle açıklanabilir. Bu mutabakatın çerçevesini bilmiyoruz. Rusya’nın bu çerçeveyi kendi açısından ne ölçüde esnettiğini de bilmemiz mümkün değil. Fakat Suriye’deki Rusya gerçeğinin Türkiye ile ilgili boyutu zaman zaman şaşırtıcı bir seyir takip etse de belli bir hedef gözettiği anlaşılıyor.ABD, İsrail’i rahatlatacak terör koridoru konusunda Türkiye’yi ikna edemedi. Türkiye bu koridoru etkisizleştirmek için Rusya ile bir yere kadar yürüdü.

ABD’nin kontrolündeki “kantonistan” konusunda fiili bir durum meydana getiremedi. İş öyle uzadı ki, Türkiye’nin sabrı taştı ve nihayet Barış Pınarı Harekâtı başladı. Amerika gönülsüzce geri çekildi ama bütün propaganda gücünü kullanarak Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya yöneldi. ABD’nin Türkiye’ye karşı kirli bir iletişim harekâtı yürütüyor. Belki şu düşünülmüştü: Terörist unsurlar Türkiye’ye ağır zayiat verdirir, ABD’de barış güvercini edasıyla işe müdahil olur.Harekata karşı büyük bir mukavemet görülmeyince, ABD ciddi para ve silah desteği ile oluşturduğu güçlere geri çekilme tavsiyesinde bulundu. Daha güneyde bir mevzi oluşturmak iradesi şaşırtıcı değildi aslında.Türkiye’nin harekâtı Münbiç ve Aynelarap’a doğru yayma ihtimali ABD’nin kimyasını bozdu. Türkiye buraları kontrol edeceğinde Rusya kontrol etsin hesabıyla Münbiç’ten çekildi. Rusya rejim güçleri ile Münbiçe yerleşti…

ABD ve Rusya Münbiç ittifakını sürdürürse bir çözüm üretebilir mi? Bu çözümü engelleyen, ABD’nin terörist unsurlarının ne olacağı konusudur. Bu kadar besleyip büyütülmüş, ümitlendirilmiş kitle ne olacak?Ben bu noktada önümüzdeki günlerde içine PKK sızmış bir IŞİD görüyorum!Bir Pentagon yetkilisinin Newsweek dergisine yaptığı şu açıklama, ortada ayrıca bir ABD/Rusya anlaşması olduğuna işaret ediyor:“Menbiç’ten 24 saat içinde çekildik. Uzun süredir bölgede olduğumuz için, Rus güçlere, daha önce güvenli olmayan bölgelere hızlıca giriş yapmaları konusunda yardımcı olduk. Bu, aslında bir ‘devir-teslim.”

– Suriye`de savaş biterse, yani ABD kaybettiğini itiraf ederek bölgeden çekilirse, bir sonraki savaş hangi Ortadoğu ülkesinde bekleniyor? İran`a karşı savaş da sözde kaldı. Şimdiki durumda Ortadoğu`da hangi güç kazanmış gibi gözüküyor?

– Rusya:

Suriye sahasının en büyük kazananlarından. İlk günden bu yana “kadim müttefiki” Suriye devletinin yanında yer alan Rusya, 30 Eylül 2015 tarihinde resmen müdahil olduğu savaşın seyrini değiştirdi. Esad yönetiminin devrilmesini engellediği gibi, buradaki nüfuz alanını genişletti.Suriye hamlesi ile hem Ortadoğu’da hem de uluslararası denklemde güçlü bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine döndüğünü göstermiş oldu. Türkiye ile ABD ilişkilerine çomak soktu. Hem bölgesel çıkarlarını güvence altına aldı, hem müttefikini korudu, aynı zamanda da Suriye üzerinden ABD’ye de mesaj vererek, artık küresel siyaset sahnesinde beni de hesaba katmalısın demiş oldu.

Suriye:

Yüz binlerce ölü, milyonlarca mülteci ve yerle bir edilen ülkeye rağmen Şam yönetimi ayakta kalmayı başardı. Ülke fiili olarak çok parçalı bir yapıya bürünse de Rusya ve İran’ın desteğiyle toprakların büyük bölümünde kontrol yeniden sağlandı. Radikal İslamcı tehlike şimdilik bertaraf edildi.

İran:

Rusya’dan da önce Suriye’deki krize müdahil oldu. İlk silahın patladığı andan itibaren askeri uzmanları, milis güçleri ve diplomatik desteğiyle Esad yönetiminin yanında sekmez bir şekilde konumlandı. Askeri, politik, ekonomik bütün gücüyle seferber olarak tarihsel müttefiki Suriye devletini destekledi. Suriye’deki gücünü artırdı, nüfuz alanını genişletti, konumunu güçlendirdi.

Suriye Kürtleri:

Kürtler hem kazanan hem de kaybedenler listesine eklenebilir. Savaşın seyri içerisinde elde ettikleri kazanımlarını Türkiye’nin askeri müdahaleleriyle yitirseler de Şam ile yaptıkları anlaşma ile varlıklarını kabul ettirdiler. Yeni Suriye haritası nasıl şekillenirse şekillensin 2011 öncesine dönülmeyeceği için, denklemin dikkate alınması gereken öktörü olarak her türlü formülün içinde yer alacaklar.

İsrail:

Suriye savaşının ön plana çıkmayan gizli taraflarından İsrail de Kürtler gibi hem kazanan hem de kaybeden konumunda. Kağıt üzerinde savaş halinde olduğu kuzey komşusu Suriye’de başlayan iç savaşın her adımında yer aldı. Esad’ı deviremese de ülkenin çökertilmesine katkı sundu. Savaştan yararlanarak Golan Tepeleri’ni ilhak etti.

– Bugünkü Soçi görüşüne Esat`ın katılması ile ilgili söylentiler dolaşıyor. Rusların Esat`la Erdoğan`ı barıştırmak istediği hakkında haberler dolaşmakta. Sizce bu mümkün mü? Ankara Şam`la ilişkileri düzeltir mi? Düzeltirse, bu zaman NATO müttefiklerinin ve ABD`nin tepkisi nasıl olur?

– Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye ile Suriye istihbarat birimleri arasında “alt düzeyde diplomatik temasın yürüdüğünü” açıklaması, Ankara-Şam hattında 2012’de kesilen ilişkilere rağmen diyaloğun tamamen sona ermediğinin teyidi oldu. Erdoğan’ın açıklaması iki başkent arasındaki temasa işaret etse de, bu temasın kapsamı ve içeriğine dair yeni soruları da beraberinde getirdi.

Türk Dışişleri yetkilileri, Ankara-Şam hattında istihbarat düzeyinde temas kurulmuş olmasının “sürpriz görülmemesi” gerektiğine işaret ediyor. Türk yetkililer, siyasi liderler arasında temas olmasa bile dünyanın her yerinde istihbarat birimlerinin gerekli gördüğü her durumda temas halinde olabileceğine dikkat çekiyor. Ankara-Şam hattındaki temasın “yeni bir diyalog kapısı” olarak nitelendirilmesinin de doğal olacağını söylemekten çekinmeyen yetkililer, bu temasta her iki ülkeyi yakınlaştıran konunun “terörle mücadele” olduğunu vurguluyor. Yani Ankara’nın da Şam’ın da öncelikli hedefi Türk hükümetinin PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’yle mücadele. Temastan Esad’la görüşme çıkıp çıkmayacağına ilişkin ise “zamana bırakmakta fayda var” gibi temkinli bir değerlendirme yapılıyor.

Ankara, Şam’la temasın hızlanmasında ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı ve arkasından özellikle Rusya ile kurulan yoğun temasın etkin rol oynadığına dikkat çekiyor.

Trump’ın çekilme kararının ardından Suriye’nin kuzeyinde oluşturulması öngörülen güvenli bölge konusunda Ankara-Washington hattında yürüyen müzakereden henüz sonuç çıkmazken, Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Putin’le görüşmesini “daha verimli” nitelemiş ve Adana mutabakatını gündemde tutmuştu. Mutabakatı gündeme taşıyan ise Erdoğan’la 23 Ocak’ta Moskova’da görüşen Putin olmuştu. Türkiye ile Suriye arasındaki diyaloğu yeniden başlatmak isteyen Putin, Ankara ile Şam’ın 21 yıl önce imzaladığı ve teröre karşı işbirliği öngördüğü Adana mutabakatının işletilebileceği konusunda Erdoğan’la uzlaşıya varmıştı.

Ankara’da bir politika değişikliği olduğu kesin. Ankara’yı Şam’la diyaloğa zorlayan konu “Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt varlığının şekillenmesi”. Ankara’nın da, Şam yönetiminin de YPG’nin federatif yapı arayışından rahatsız olması..Bu diyaloğun mimarının da Putin olduğu ortada. Putin, terörle mücadelede Suriye ile Türkiye’nin yollarının nasıl kesişebileceğini hesapladı ve hayata geçiriyor. Astana sürecinin de temel hedefi Ankara-Şam diyaloğuydu

Türkiye ile ABD, Barış Pınarı Harekâtı’nın yapıldığı bölgede güvenli bölge kurulması için anlaştı. Sınırın geri kalanına, Rusya aracılığında SDG ile yaptıkları anlaşma sonrası Suriye ordusu yerleşti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Salı günü Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmesinde Türkiye’nin bu bölgelerde de güvenli bölge kurma talebini iletecek. Bundan sonrası için Rusya’nın ve hatta İran’ın da katılımıyla bazı düzenlemeler yapılabilir. Rusya son dönemde Esad’ın pozisyonunu güçlendirecek her fırsatı kullanıyor. Putin çok başarılı bir teknokrat şimdi sahada ne olup bittiğine bakacak, gelişmeleri kendi hedefleri için kullanabilir mi, kullanabilirse bunu nasıl yapabilir, onu planlayacak.Kendi hedefleri derken, Şam’ın pozisyonunu güçlendirmekten bahsediyorum. Çünkü bu durum, Putin’in Rusya içindeki gücünü de artıracak. Putin, daha fazla çatışma istemiyor.

Oluşturmak istediği imaj “Ortadoğu’ya barış getiren lider.” Bu sebeple de hem Erdoğan’ı hem Esad’ı memnun edecek bir yaklaşım benimseyecek.Şam’ın pozisyonu güçlendirmek için de, Ankara’nın istediği “tüm sınırda güvenli bölge” yerine sınırda Suriye ordusunun kalmasını tercih edecek olan Putin, Erdoğan’la ters düşmemek için bir orta yol arayacak.Esad’ın mümkün olduğu kadar fazla toprağa hâkim olacağı, Erdoğan’ın da kabul edeceği bir uzlaşma arayacak. Bu arada Şam ve Ankara’nın açıkça görüşmesi için her türlü imkanı zorlayacaktır ama bu şimdilik zor görünüyor. Tabii bölgeye barış getiren lider olmak istediği için bu iki ülke arasındaki herhangi bir çatışmaya izin vermez.Putin, hem Kürtlerle güven ilişkisi kurmak hem de Erdoğan’la iyi ilişkisini sürdürmek istiyor. Bu sebeple Erdoğan’la nasıl bir uzlaşmaya varabileceğine bakacak. Bir yandan da Şam’ın pozisyonunu güçlendirmek için, zaten YPG’nin ayrı bir silahlı güç olarak kalması onu memnun etmez. Bunun yerine Suriye ordusuna katılmasını ve böylece ülkedeki tüm silahlı güçlerin Esad’ın kontrolünde olmasını ister.”

SDG’nin kontrolündeki bölgelerdeki devlet binalarına Suriye bayraklarının çekilmesi ve uzun vadede “Beşar Esad yönetimi altındaki Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşı bir adım atılmaması” sözü veren SDG’nin, uzun vadede Suriye ordusunda Rusya’nın kurduğu ve finanse ettiği 5. Kolordu’ya katılması öngörülüyor.

TÜRKİYE’NİN ÖNCELİĞİ YPG’NİN ÇEKİLMESİ

Ankara’nın önceliği ise, “güvenli bölge” olarak talep ettiği sınır boyundan YPG’nin tamamen çekilmesi. Ardından bu bölgenin kim tarafından kontrol edileceği ise Rusya ile görüşülecek.Ancak Ankara, “Suriye ordusunun geri dönüşünü, YPG’nin bölgeden tamamen çekilmesi koşuluyla kabul edeceğini” söylüyor.Erdoğan, “Tek şartının YPG’nin bu bölgelerden çekilmesi olduğunu” bir kez daha söylüyor.. Menbic ve Tel Rıfat’ta bunun sağlanmadığını, diğer bölgelerden de çekilmemesi durumunda “buna müsaade edilemeyeceğini” belirtiyor.Ancak YPG’nin güneye çekildikten sonra ne olacağı, hangi pozisyonda kalacakları, burada silahlı ayrı bir grup olarak varlıklarını koruyup korumayacakları ve siyasi çözüm sürecinde söz hakları olup olmayacağı, belirsizliğini koruyor.