Karadeniz’de stratejik dengeler değişiyor

ABD Başkan Yardımcısı Pence’in Münih Güvenlik Konferansı’nda NATO’ya güçlü destek mesajları vermesi ve Rusya’nın Kırım’ı işgalini hiçbir şekilde tanımayacaklarını açıklaması Moskova’nın beklentilerini boşa çıkardı.

Bu yıl 53’üncüsü düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nın ana gündem maddeleri Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi, İngiltere’nin AB’den ayrılması, Suriye’deki barış arayışları, Asya-Pasifik bölgesindeki ticari ve askeri gelişmelerdi.

Bu konferansta Rusya ile NATO üyeleri arasında söz düellosu devam etti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un konferansta yaptığı konuşmada “Soğuk Savaş henüz aşılmamıştır” cümlesi dünya dengelerini göstermesi açısından önemliydi. Trump’ın seçim kampanyaları döneminde NATO’dan ‘modası geçmiş bir örgüt’ olarak bahsetmesi Rusya’yı umutlandırmışsa da ABD yönetimi adına konferansa katılan Trump’ın yardımcısı Mike Pence’in NATO’ya güçlü destek mesajları vermesi ve Rusya’nın Kırım’ı işgalini hiçbir şekilde tanımayacaklarını dile getirmesi Moskova’nın beklentilerini boşa çıkardı denilebilir.

Münih Konferansı’na paralel olarak Brüksel’de yapılan NATO Savunma Bakanları zirvesinde de NATO ile Rusya ilişkilerinin geleceğini etkileyebilecek önemli bir karar alındı. ABD’nin, NATO’nun Karadeniz’deki askeri varlığının arttırılması teklifinin kabul edilmesi ile bundan sonra Karadeniz’e daha fazla NATO gemisi giriş yapacak. Bu gemilerin komuta kontrolü ise İngiltere’de bulunan Marcom Üssü’nden yürütülecek. Türkiye bu kararın Rusya ile bir gerginliğe sebep olmaması için gemilerin tüm hareketliliğinin önceden Türkiye’ye bildirilmesini şart koştu. Bu uygulamaya Mayıs 2017’den itibaren başlanması öngörülüyor.

NATO Savunma Bakanlarının Ekim 2016 toplantısında kabul ettiği, ittifakın doğu sınırını Rusya’ya karşı güçlendirmek amacıyla Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’ya 4 tabur konuşlandırılması planı Şubat 2017 itibarıyla devreye girdi. Rusya’da Putin yönetimi aslında NATO’nun 2004 yılından sonra Baltık ülkelerinde askeri üsler kurmasından rahatsızlık duyduğunu ilan ettiğinde bugünleri görmüş ve buna yönelik tedbirlerini almıştı.

Putin’in güvenlik doktrini

AB/ABD, 2000’li yıllardan itibaren Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan’daki yeni siyasi yapılanmalar üzerine odaklandı. Rusya ise bu stratejiyi Rusya’yı zayıflatma politikaları olarak değerlendirdi. Çünkü Rusya’nın oluşturmaya çalıştığı Avrasya medeniyeti içerisinde bu üç ülkenin önemli bir yeri vardı. Bu ülkelerin NATO ve AB’ye taraf politikalar benimsemesi Avrasyacılık fikirlerini zayıflatacaktı. Putin, 10 Şubat 2007 tarihinde Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmayla yeni bir Rusya dış politika çerçevesi çizmişti. Bu konuşma daha sonra “Münih Doktrini” olarak adlandırıldı. Bu yeni doktrine göre; “Dünyadaki tek kutupluluk asla kabul edilmeyecektir. ABD’nin küresel hegemonyası ve dayatmalarına karşı durulacaktır. Bundan sonra dünyada güç kullanımı sadece BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı kararlar çerçevesinde gerçekleştirilebilecektir.”

Putin, Münih Doktrini’nde, “bin yıllık tarihi ile her zaman bağımsız dış politika yürüten Rusya’nın tehditlere ve kuşatmalara asla boyun eğmeyeceğini, bu tehditlere gerekli karşılıkların verileceğini” ilan etmişti. Putin’in Münih konuşması günümüzde Rusya merkezli sorunların da ilk işaretlerini vermişti. Fakat ABD ve AB, Putin’in bu konuşmasını her zamanki Rus tehdidi olarak algılayıp buna yönelik tedbirleri almadı.

Putin’in 10 Şubat 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşma Rus dış politikasının günümüzdeki işleyişinin de başlıca doğrultularını tayin etmişti. Putin bu konuşmadan sonra aktif eyleme geçerek başta Gürcistan olmak üzere Ukrayna, Kırım ve Suriye’ye müdahale etti. Zaten bu konuşmadan sonra 15 Temmuz 2008 tarihinde Rusya’da yeni dış politika konsepti açıklandı. Rusya bu konsept ile 17 Şubat 2008’de Sırbistan’dan ayrılan Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesine, Gürcistan krizi sonrası bağımsızlıklarını ilan eden Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıyarak cevap verdi. Böylece Rusya, ABD ve AB ülkelerine bir anlamda ültimatom verdi.

NATO’nun genişlemesi ve Rusya’nın karşı hamleleri

Rusya 2008 yılı sonrası ABD’de Başkan Obama’nın pasif Rusya politikasından yararlandı. Putin, Obama yönetimindeki ABD politikalarını ‘etkisizlik’ ve ‘çaresizlik’ olarak nitelendirerek kendisine alan açmaya başladı.

Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’a müdahalesi hem Batı’da hem de Rusya’da yeni stratejilerin belirlenmesine yol açtı. Rus tarafı 5 Şubat 2010 tarihinde Rus Askeri Doktrini’ni kabul etti. Bu doktrin çerçevesinde Kuzey Kafkasya’daki ayrılıkçı hareketler, NATO’nun doğu genişlemesi en büyük tehditler olarak sıralandı. Rusya, NATO’nun genişlemesine karşı Avrasya Ekonomik Birliği, Kolektif Güvenlik Örgütü, Tek Ekonomik Saha vb. organizasyonların kurulmasına öncülük etti. Rus askeri doktrini, NATO’nun doğu genişlemesini ve Rusya sınırlarına dayanmasını açık bir güvenlik riski olarak değerlendirdi. Putin, Çarlık Rusya ve Sovyetler Birliği’nin etki alanlarını coğrafi kazanımlar üzerinden şekillendirdiğini hatırlayarak tıpkı geçmişte olduğu gibi yakın çevresine hâkim olmak istiyor.

Rusya, Kırım ve Tartus limanından vazgeçmeyecek

Putin’in 2007’de Münih konuşmasında açıkladığı öncelikler doğrultusunda Rusya, Karadeniz’de varlık sebebi olarak gördüğü Kırım’ı kendi topraklarına katmaktan çekinmedi ve devamında da Suriye’deki krize müdahale ederek Tartus’taki limanı garanti altına aldı. Doğu Avrupa, Karadeniz, Hazar ve Orta Asya’daki jeopolitik üstünlüğünü yitirmek istemeyen Rusya, coğrafi bir meydan okumayla tüm güçleri uzaklaştırmayı amaçlıyor.

Rusya için sıcak deniz limanlarına erişim, Rus jeopolitiğinin vazgeçilmez bir ideali. Rusya, jeopolitik kaygılarında haksız da sayılmaz. Putin Rusya’sı uluslararası sistemdeki jeopolitik ve jeostratejik pozisyonunu yeni güç dengesi oluşturmak üzerine kurmuş durumda. Rusya’yı tüm dünyada küresel bir güç olarak gösterme çabası Rus stratejisinin enstrümanlarını ve argümanlarını da ortaya çıkarıyor.

Karadeniz ve Ukrayna yeniden ısınıyor

Rusya, ABD ve AB’nin Doğu Avrupa ülkeleri için ortaya koyduğu ‘Doğu Ortaklığı’ (Eastern Partnership) girişimine karşı önlemler almaya çalışıyor. Bu kapsamda AB ve ABD’nin uydusu konumundaki Polonya’nın Ukrayna ve Belarus üzerindeki siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel etkilerinin azaltılmasına yönelik politikalar üretiliyor. Ayrıca Doğu Ortaklığı Projesi sonucunda Rusya’nın enerji politikaları ve enerji güvenliği zarar gördü. Rusya, aslında Türk Akımı projesi ile enerji güvenliğini garanti altına almaya çalışıyor.

SSCB döneminde Batı’nın Karadeniz’deki tek müttefiki NATO üyesi olan Türkiye iken, sonrasında Bulgaristan ve Romanya’nın 2004’te NATO’ya ve 2007’de AB’ye katılmalarıyla Karadeniz, Batı’nın etki sahasına girdi. NATO’nun Karadeniz’e kıyısı olan Romanya, Bulgaristan gibi bölge ülkelerini de içine alacak şekilde genişlemesi Rusya’yı rahatsız etti. Rusya bu duruma ekonomik ve askeri anlamda güçsüz olduğu 2008 yılına kadar tepki vermedi. 2008 yılında ise Gürcistan ile birlikte Karadeniz politikasını yeniden aktif hale getirdi.

Putin’in Karadeniz’deki stratejik öncelikleri

Rusya, ABD’nin manevralarıyla Avrupa’dan kendisine yapılan çevreleme ve sıkıştırmayı Suriye operasyonuyla aşmak istedi ve bunu Obama döneminde başardı. Rusya, Irak savaşından sonra Ortadoğu’da ABD’nin imajının kötüleştiği bir ortamda Suriye’de ‘terörizmle mücadele eden kurtarıcı devlet’ olarak kendisini takdim etti. Rusya, Ortadoğu’da yeni perspektifle hareket ederken İran’ın yayılmacılık zafiyetinden de faydalanarak İran/Rusya stratejik müttefiklik olgusunu bölgede taraf/taraf olmayan devletler oluşmasına neden olabilecek seviyeye taşıdı. Aslında bu politika Rusya’yı bölgede her ülke için mutlaka münasebet kurulması gereken bir devlet haline getirdi ancak Trump’ın başkan olmasıyla dengelerin yeniden değişmesi de ihtimal dahilinde.

Rusya, ABD’nin Karadeniz politikasına karşılık Avrasya satranç tahtasında jeopolitik mihver olarak Ukrayna’yı görüyor. Özellikle Kırım’daki Rus donanma üssü Karadeniz’in güvencesi olarak nitelendiriliyor. ABD ve AB ise Rusya’ya karşı kendilerine Türkiye’yi miğfer yapmak istemişlerse de Ankara ile Rusya arasında son dönemdeki yakınlaşma buna engel oluyor. Hem Putin’in hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı kaynaklı bu kadar saldırıya uğramasının asıl nedeni bu işbirliğini bozmaya yönelik. Fakat Rusya ile Türkiye ilişkilerinin önündeki asıl tehlike iki ülkenin dostluğunun Erdoğan/Putin inisiyatifiyle sınırlı olması. Gelecekte iki ülkeyi nelerin beklediğini kimse tahmin edemiyor.

Rusya’nın gaz ve petrol satışı için Karadeniz’e ihtiyacı var

Ukrayna ve Kırım sadece Karadeniz’in güvenliği için değil aynı zamanda Rusya’nın doğalgaz sevkiyatı için de hayati öneme sahip. Rusya’nın Karadeniz’e ilgisinin en büyük nedenlerinden birisi de hiç şüphesiz gaz ve petrol kaynaklarının bu bölgeden geçmesi.

Rusya’ya göre Karadeniz’in güvenliği aynı zamanda Kafkasya’nın da güvenliği demek. Rusya, Karadeniz’i koruma altına alamaması halinde Batı’nın krizi Kafkasya’ya taşıyacağından endişe ediyor.

Rusya, ABD’nin Gürcistan’daki askeri varlığını arttırarak İran ile bir gerilim durumunda burayı kullanabileceği ihtimalinden de endişeli. Rusya, 2008 Gürcistan müdahalesiyle NATO’nun genişleme çalışmalarının hızla devam ettiği, ABD’nin Karadeniz’e kıyısı olan Romanya ve Bulgaristan’da askeri üs arayışında olduğu süreci sabote etmişti. Fakat 2016 yılında NATO Devlet Başkanları Zirvesinde ve Savunma Bakanları Zirvesinde alınan, Baltık ülkelerindeki üslere asker sevkiyatı ile Karadeniz’e takviye kararları, yeni gerginliklere yol açacak önemde. Nitekim İran da NATO’nun Karadeniz’e yapacağı askeri sevkiyat sonrası, olası İran harekâtında bu üslerin kullanılacağını iddia ediyor.

Sonuç olarak, kampanya dönemindeki vaatleri doğrultusunda Trump döneminde Rusya ile ABD ve NATO ilişkilerinde belirli bir iyileşme öngörülmekle beraber son gelişmeler, önümüzdeki sürecin, özellikle Karadeniz odağında yeni gerginliklere yol açabileceğinin işaretlerini veriyor.

kaynak: AA

Tr.Yeniçağ.Az

www.yenicag.info

792