“Saatler Bakü’ye göre Karabağ’a ayarlandığında, zillerin Tebriz’de çalması hiç de uzak bir ihtimal değil”
27 Eylül sabahı Ermenistan’ın saldırılarıyla başlayan ve ateşkes ilanlarına rağmen hâlâ devam eden Karabağ çatışmaları Azerbaycan ve Ermenistan’ın yanı sıra birçok ülkenin de başlıca gündem maddesi haline geldi.
Her ne kadar müzakere masasında İran’ın adı az anılsa da sahada son derece önemli bir konumda bulunduğunu söylemek mümkün. Tahran’ın dış politikasını tek boyutlu olarak mezhep merkezli okuyanlar ise Ermenistan’dan yana sergilediği duruştan dolayı şaşkınlar. Ancak asıl şaşkınlığa neden olan şey, İran Türklerinin ülkenin izlediği dış siyaseti protesto etmeleri oldu. Pazar günü ikinci kez sokağa dökülen İran Türkleri, Ermenistan’la sınır kapısının açık tutulmasını protesto ettiler. Şimdi daha önce bu gösteriler sonucu söylemini değiştiren İran’ın kamuoyu baskısı neticesinde Karabağ’da politika değişikliğine gidip gitmeyeceği merak konusu.
İran’da konu her ne olursa olsun halk gösterileri her zaman kırmızı çizgi sayılır. Sokak gösterileri ancak ve ancak yönetimin onayı veya daha doğrusu eliyle yapılabilir. Örneğin her sene 24 Nisan’da başkent Tahran’da sözde “Ermeni Soykırımı” adı altında gerçekleşen anma törenleri ve yürüyüşlerin en üst düzey onay ve iradesi olmadan hayata geçmesini düşünmek fazlasıyla saflık olur. Dolayısıyla Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği önünde Türk bayrağının yakılmasına ve Türkiye aleyhtarı sloganlar atılmasına gösterilen müsaadeyi Tahran’ın siyasi iradesiyle bağlantılı olarak düşünmek gerekir.
Ekonomik olarak oldukça zor bir dönemden geçen İran zaten geniş çapta bir protesto potansiyeline sahip. Geçtiğimiz aylarda çoğunlukla hayat pahalılığına tepki olarak başlayan gösterilerin kısa bir zaman diliminde ülke geneline yayılması ve siyasi boyutlar kazanması yönetimin kâbusu haline gelmişti. İşte bu nedenle ülkede herhangi bir halk hareketinin başlamadan hemen önce engellenmesi hedeflenir ve bu tepkilerin bastırılması için sert müdahaleye de başvurulur.
Karabağ’daki çatışmaların ardından Tebriz ve Tahran başta olmak üzere birçok şehirde İran Türklerinin gösteriler düzenlemesi, sözkonusu potansiyelin ne kadar yüksek olduğunun bir işareti. Nitekim sadece Tebriz’de pazar günü gerçekleşen gösterilere bakıldığında İran Türklerinin durumdan ne kadar rahatsız olduklarını rahatlıkla anlayabiliriz. Protestolar başlamadan önce onlarca aktivist eyleme katılmamaları için güvenlik güçleri tarafından uyarılmış, ayrıca gösteriden önce yine önlem amaçlı birkaç kişi gözaltına alınmıştı. Tebriz’de istisnasız tüm ana sokaklarda yoğun güvenlik önlemleri alıp şehri adeta bir kışlaya çeviren İran yönetimi, bütün bu tedbirlere rağmen Karabağ konusundaki öfkeye zincir vuramadı. Polisin sert müdahalesi sonucu sadece birkaç dakika sürebilen gösterilerde 100’den fazla kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Öte yandan birkaç gün önce benzer eylemde gözaltına alınanlar da hâlâ serbest bırakılmış değil. Tepkilerin odağında İran’ın Ermenistan’a yaptığı yardımlar bulunuyor. İran ne iç ne de dış kamuoyunu tarafsız olduğuna ikna edemiyor; tüm baskılara rağmen bu politikasına yönelik itirazların da önünü alabilmiş değil.
İran Türklerini özellikle son yaşananlardan sonra diğer milletlerden de ayırmak gerekiyor. Çünkü örneğin yıllardır İran’ın Suriye politikası aktif bir şekilde halk tarafından protesto ediliyor ama yönetim en ufak bir geri adım atmış değil. Ancak söz konusu Türklerin, İran’ın Karabağ politikasına itirazı olunca liderler kısa sürede söylemsel olarak ciddi bir yumuşamaya gitmek zorunda kalmış gözüküyor.
Bu aşamadan sonra Tebriz sokaklarında talep edildiği üzere İran’ın Ermenistan’a lojistik yolunu kapatması muhtemel görünmese de bundan sonra en azından işgalci Ermenistan’a her türlü desteği sağlamanın maliyeti tamamen Tahran’ın hesabına yazılacaktır. Bu durum İlham Aliyev’in de sinyallerini verdiği gibi savaş sonrası Azerbaycan’ın İran ile olan ilişkilerini de derinden etkileyecektir.
İran’ın Karabağ konusunda Ermenistan’dan yana tutumu bugünlerde daha da belirgin olarak açığa çıksa da aslında başından beri aynıydı. 8 yıllık Irak savaşından kurtulup nefes alabilen İran’ın Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra başlıca önceliği bölgeye açılmaktı. Bu çerçevede İran’dan sonra nüfusunun büyük çoğunluğunu Şii mezhebine mensup olanların oluşturduğu Azerbaycan, İran yönetimi için bu açılımın en cazip adresi olarak görünüyordu. Ancak gelişmeler, Güney Kafkaslarda bir nüfuz alanı temin etmeyi hedefleyen İran’ın beklediği gibi olmadı. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ismi bile güneydeki İran’da yerleşen Türkler [Güney Azerbaycan] için son derece heyecan vericiydi. Savaş yıllarının kapalı atmosferinden çıkılmış, Humeyni dönemi sona ermiş ve ülkede yeni rüzgarlar esmeye başlamışken Tebriz’de hep Bakü nağmeleri söylenmeye başlamıştı. Yıllarca ötekileştirilmiş, dışlanmış Türklere karşı Tahran bütün çabalarına rağmen Aras’ın sınır olduğunu bir türlü benimsetememişti. Birinci Pehlevi döneminden itibaren Fars milliyetçiliğini merkeze alarak ulus devletin inşa edildiği İran’da Türkler asıllılar nüfusları itibarıyla tamamen bir köşeye çekilmeyecek kadar kalabalık olsalar da kendi kimliklerini geri kazanmakta oldukça zorlanmışlardı. Devrimden umduklarını bulamayan Türkler merkezden soğudukça daha çok kendi özlerine dönmüşlerdi. İşte tam da bu ortamda ikiye bölünen halkın kuzeyde kalan kısmının müstakil bir ülke olarak yeniden doğması güneydekileri de bir hayli heyecanlandırmıştı.
Bu sürecin taşıdığı tehlikeleri hisseden İran, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yeni yönetimine karşı iyice tedirgin olmaya başladı. Halk Cephesi ve Ebulfez Elçibey’in iktidara gelmesiyle birlikte Güney Azerbaycan meselesi en üst düzeyde dile getirildi. Bütün Azerbaycan’dan sık sık bahseden Elçibey’in milliyetçi tutumu İran için tam bir kâbus haline gelmişti. Bu ortamda Karabağ sorunu giderek tırmanmaya başladı ve İran seçimini yaptı. Güçlü ve istikrarlı bir Azerbaycan’ın İran Türkleri için nasıl bir ilham kaynağı olduğunu bilen Tahran, Karabağ meselesinin çözülemez hale gelmesini uzun vadeli çözüm olarak görüyordu. İran böylece özellikle arabuluculuk şansını meselenin başından beri yitirmiş oldu. 8 Mayıs 1992’de Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin inisiyatifiyle Azerbaycan ve Ermenistan yetkilileri Tahran’da ateşkes antlaşmasını imzaladıktan sonra aynı gün Karabağ’ın sembolü Şuşa, Ermeni güçleri tarafından işgal edildi. Ayrıca enerji kaynakları konusunda tamamen dışa bağımlı Ermenistan’ın özellikle savaş zamanında can simidi yine İran oldu ve bütün bu gelişmeler, Azerbaycan’ın gözünde Tahran’ın tarafsız olma iddialarının geçerliliğini kaybetmesine yol açtı. Bugün de İran’ın benzer hassasiyetleri olsa da meseleyi 90’lardan farklı kılan faktörler Karabağ sorununun çözüme kavuşmasında da son derece belirleyici görünüyor. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin her anlamda Ermenistan’a göre güçlü bir konumda olması Karabağ meselesinin çözülmesini kaçınılmaz hale getirdi. Sahada inisiyatifini yitiren İran tamamen Rusya’nın enstrümanı haline gelmiş görünüyor. Özellikle Türkiye’nin Azerbaycan’daki nüfuzunun artmasından rahatsız olan İran rekabet gücüne sahip olmadığı için Ermenistan’a mahkûm olduğunun farkında. Güçlü bir Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Tebriz’de ilham kaynağı olduğu gerçeği hafife alınamayacak kadar önemli. Ancak en az Bakü kadar Ankara faktörü de burada önemli. Nitekim Türkiye’nin bu süreçte her anlamda Azerbaycan’ın yanında yer alması İran Türkleri için de geleceğe yönelik umut kaynağı haline geldi. Karabağ gibi haklı bir davada uluslararası baskılara rağmen Ankara ve Bakü’nün yan yana sağlam duruşu Tebriz’de, Tahran’dan her gün daha çok soğuyan yeni nesil tarafından dikkatle takip ediliyor. İşte böyle bir ortamda Azerbaycan ve Türkiye’nin tezlerinin İran yönetiminin çizgisine rağmen rağmen gibi kesim tarafından destekleniyor oluşu İran’ın elini ciddi oranda zayıflatmış görünüyor. Bu çerçevede Karabağ’da ulaşılacak sonucun İran Türklerini memnun etmemesi halinde İran için mevcut politikanın sürdürülmesi son derece zorlaştıracaktır. Dolayısıyla İran’ın genel olarak Karabağ politikasında hareket alanının oldukça sınırlandığı söylenebilir.
Öte yandan karşılıklı güvene dayalı ilişkilerin tesis edilmesinde zorlanan İran yönetimi daha radikal kararlara yönelerek durumu daha da zorlaştırabilir. Yakın tarihte İran’ın eski Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musevi’nin Bakü Büyükelçisi olarak atanması Tahran’ın Azerbaycan’ı ne kadar önemsediğini gösteriyor. Ancak Musevi’nin Fars milliyetçiliğinin başlıca mahfilleriyle sıkı ilişkileri ve görevde olduğu kısa sürede sergilediği performans bu bakışın izlenen politikada ağır basmasına sebep olabilir. Tecrübeyle sabit olduğu üzere Fars milliyetçiliğini esas alan politikalar İran Türklerinin merkezden daha da uzaklaşmasına ve tepkilerinin de artmasına sebep oluyor. Özellikle Müslüman ve üstelik mezhep bağının bulunduğu Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ın savunulması Tebriz’de yönetime yönelik tepkilere zemin hazırlıyor. Mevcut ağır koşulların her an geniş çaplı protestolara yol açabileceği, bu protestoların da hızla ülke geneline yayılabileceği gerçeği dikkate alındığında İran’ın Karabağ politikasının artık sürdürülemez hale geldiği, bu çerçevede toplumun önemli bir kesiminin dışlanması anlamına gelecek politikalarda ısrar edilmesinin ciddi riskler barındırdığı ifade edilebilir. Böylesi bir ortamda saatler Bakü’ye göre Karabağ’a ayarlandığında, zillerin Tebriz’de çalması hiç de uzak bir ihtimal değil.
[Taha Kermani İran’da başladığı iletişim eğitimini Türkiye’de gazetecilik bölümünde tamamlamıştır ve İran hakkındaki serbest gazetecilik faaliyetlerine Türkiye’de devam etmektedir]