Yenicağ.ru`nun sorularını Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi öğretim üyesi, tarihçi profesör, siyaset bilimci Tuğrul İsmayil cevaplandırıyor
– Avrasya`daki jeopolitik gelişmelerin arkasında hangi güçler var? Bu hangi devletlerin asıl çıkar savaşı? ABD, Çin, Rusya… bu savaşda Türkiye`nin gerçek yeri neresi?
– Sovyetler birliğinin dağılmasıyla ortaya yeni bir bölge çıktı. Burası Rusya ve Avrupa`da Avrasya adlandırlsa da Türkiye tarafdan baktığımızda Avrasya değil, Türkistan bölgesi, Kafkaslar diyebiliriz. Fakat bu çok yayılmış bir terim oldğundan bizim de Avrasya dememiz doğru düşer. Burada yaranan yeni devletlerle ilgili bir çok versiyon var. Serbest ticaret bakımından Türkiye bunlarla ekonomik ilişkilerini ileriletmekte meraklıydı. Diğer yandan da etnik köken ve dini yönden türke yakın bölgeler vardı. Günümüzde bu bölgeler ayrıca merak doğuruyor.
Ülkelerin hem ekonomik hem politik gelişimi ve hem de doğal kaynaklarla zengin olan buranın Avrupa`nın alternatif enerji kaynağı arayışının sonucu olarak büyük önem taşıması bölgeye merağı daha da artırıyor. Sadece Avrasya`nın değil aynı zamanda Türkiye`nin de hedef olduğu bölgelerden biri elbette burasıdır. Rusiya, Türkiye siyasetinde Avrasya`nın bir parçası değil, bir bütün olarak görülmektedir.
Bölgede rekabet artmakta. Amerika`nın kendi çıkarları var, Avrupa Birliği`nin kendi çıkarları var, Rusya`nın, Çin`in… Özellikle Çin son yıllarda burada gücünü artırmakta. Rusya`nın anti türk ve anti batı politikası o kadar güçlü ki aslında bu Çin`in işine gelmeye başladı. Rusya`nın bu politikası Çin`in bölgede güçlenmesine neden oldu. Rusya, Türkiye ile yakınlaşarak bölgede başka güçlerin kuvvetlenmesinin karşısını alabilirdi. Fakat Rusya bunu yapmadı ve bana göre bu Rusya`nın çok yanlış siyasetiydi.
Batı`ya baktığımızda da aynı şeyi görüyoruz. Ukrayna, Baltikler, Moldovya, Gürcistan gibi ülkeler de batıyönümlü siyaset yürüterek Rusya`dan uzaklaştılar. Bunu net bir şekilde söyleyebilirim ki Amerika, Rusya ve Çin bölgede çok aktifler. Avrupa Birliği ise burada o kadar da başarılı olamamış. Artık son yıllarda Avrupa Birliği`nin yumşak politika izleyerek rejimlerle işbirliğine gitdiğini görüyoruz.
Türkiye`nin yürütdüğü politika ise hem Rusya`nın hem Avrupa Birliği`nin ve hem de diğerlerinin politikasından farklı. Türkiye, ilk başlarda, bana göre çok akıllı ve pratik yöntem kullanarak etnik köken ve dini yönden devletlerle yakınlaşmaya başlamıştı. Diğer yandan Türkiye bölgede her zaman Rusya`yı dikkate almış ve onun hassas noktalarının üstünü gitmemeye özen göstermiştir.
Türkiye`nin dengeleri koruma syaseti Rusya`nın tektaraflı çıkarları için yaptığı hareketlerle suya düşdü. Mesela, Kara deniz bölgesine NATO ülkelerinin girmemesine çalıştığında, Kırım`ın işgalinde Türkiye`nin denge politikasını yerle bir etmişti. Aynı şekilde Güney Kafkasya`da Rusya-Gürcistan savaşında da bunu görmüş olduk. Ayırıcı kuvvetleri bağımsız devlet olarak tanımış ve Türkiye`nin çıkarlarına ters düşen bir politika izlemiştir. Karabağ mevzusunda da aynı şey yaşandı. Putin`in “Bu çok uzun bir prosedür” demesi Türkiye`ye diplomatik yolla “Bu sizin işiniz değil” demesiydi.
Yani Türkiye Avrasya`da var, fakat onun Avrasya`nın neresinde olduğunu söylemek bir hayli zor. Çünkü dengeler değişiyor. Fakat Türkiye buradan kolaylıkla elini yüzmeyecek ve komşu devletlerle baş başa gelmeğe değil işbirliğine gitmeye çalışıyor. Bu tüm projelerde kendini gösteriyor.
– Rusya ve Kazakistan öncülüğünde kurulmuş Avrasya Ekonomik İşbirliği Konseyi üye sayısını artıramadı, aksine bir çok üye ülkedeki siyasi güçler kendi devletlerinin bu Konseyin çatısı altında zaman kaybettiğini, gelişmeden va kalkınmadan uzak kaldığını düşünüyor ve derhal Moskova`nın çıkar dairesinden çıkmağı öneriyorlar. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
– Bildiğimiz gibi Avrasya Ekonomik Birliği yeni bir kurum. Doğru, böyle bir kurumun yaratılması için tekifler ve istekler uzun zamandan beri vardı. Nazarbayev bu konuyu 1994 yılında, 25 yıl önce ilk defa seslendirmişti. Fakat bu birlik 5 yıldır faaliyette. Rusya başlarda bu kurumun siyasi tarfını öne çekmeye çalışınca Kazakistan`ın ısrarları sonucunda birliğin ekonomik tarafı ağır basmaya başladı.
Burada birliğe üye ülkelerin ekonomik durumlarının iyi olmadığını belirtmek lazım. Yani yeterli ekonomik güce sahip değiller. Özellikle de Ermenistan ve Kırgızistan`ın durumu hiç iyi değil. Ermenistan`ın bu birliğe üyeliği Rusya`nın ısrarlarının sonucundadır, stratejik önem taşıyor ve her hangi bir sınırı da yok. Kırgızistan`ın da durumu aynı. Rusyanın Avrasya Ekonomik Birliği`ne siyasi yönden yanaştığını göz önünde bulundurursak böyle ülkelerin üyeliğinin önemini anlamış oluruz.
Rusya`nın birçok meselede birlikten ayrı tekbaşına hareket etmesi, mesela, Kırım`ın işgali, Suriya politikası ve diğer meseleler yüzünden Rusya`ya yaptırımların uygulanması onun ekonomisini zayıflatmakla kalmıyor birliğe üye ülkelerde aynı yaptırımların kendilerine de uygulanacağı korkusunu yaratıyor. Şunu söyleye biliriz ki ekonomik işbirliği her zaman yeterli gücü sağlayamıyor.
Biz Avrupa Birliği`ni de bu yüzden eleştiriyoruz. Avrupa Birliği`nde de ekonomik taraf güçlü, fakat siyasi işbirliği zayıf. Ancak Avrupa Birliği artık siyasi mekanizmayı kurmaya başlamış. Avrasya Ekonomik İşbirliği`nde ekonomik tarafın öne çekilmesi, üye ülkelerin yaptırım korkusu ve birçok şey bu birliği cazip kılmıyor. Hatta birliğe üye ülkeler kendilerine gelen teklifleri değerlendirip birlikten ayrıla da bilirler diye düşünüyorum.
– Erdoğan`ın son Moskova seyahatini nasıl değerlendiriyorsunuz? Rusya`nın önemli basın organlarına durumu yorumlayan rus uzmanlar Türkiye`nin Rusya`dan daha çok bağımlı hale geldiğini diyorlar. Moskova`nın Türkiye üzerindeki jeosiyasi etkisi ne kadar güçlü?
– Erdoğan`ın Moskova ziyareti ekonomik açıdan çok önemliydi ve ekonomi esas konuydu. Son yıllarda rus, türk ve batı uzmanlarında Türkiye`nin Rusya ile stratejik işbirliğine gitdiği ve diğer konular gündeme getirilmekte. Bunlar bana göre çok abartılmış şeyler. Bu gün Türkiye ve Rusya ilişkisini soğukkanlılıkla belirlemek gerek. Hem Rusya ve hem Türkiye Avrasya`nın iki en büyük ülkesi ve onların bir biri ile kesişen ilgi noktaları var. Bu noktalar ise her an çatışmaya neden olabilir. Türkiye bu konularda daha çok ekonomik işbirliğini öne çekse de, Rusya, ekonomisi zayıf olduğundan bölgede daha çok gücünü göstermeye çalışıyor ve içerideki gizli grupların üzerinden hareket etmeye kalkışıyor. Böylesi faaliyetler çatışamaya neden olabilecek nitelikte.
Önce de belirtdiğim gibi Kara deniz bölgesinde tektaraflı politikası ve Ukrayna, Kırım konusunda Rusya çok şey yitirdi. Kiyev zaten Kırım`daki rus seçmenden rahatsızdı ve Kırım`ın işgali onun işine yaradı. Böylelikle Ukrayna Rusya`dan uzaklaştı ve bu Batı`ya bir takım taleplerde bulunmasına yol açtı. Komşu devletler de Rusya`nın gücünü istediği zaman kullanmasından rahatsız oldular. Batı`nın Rusya`ya yaptırımlarına ise Türkiye katılmadı. Rusya`nın aynı siyaseti 2008 yılında Güney Kafkasya`da da probleme yol açmıştı. Aynı siyaseti Merkezi Asya`da da yürütmeye çalışıyor ve Türkiye`nin, ABD`nin ve diğerlerinin bölgeye girişine engel oluyor. Bu durum ise ancak Çin`in işine yarıyor. Bu bölgeelerde işbirliğinin kurulması çok zor.
Şimdi de tüm bunlara karşılık Türkiye`nin yaptıklarına bakalım. Türkiye, 1997 yılında Amerika`nın tüm itirazlarına rağmen”Mavi Akım” projesini gerçekleştirdi, Rusya`dan doğalgaz almaya başladı. Bu projenin devamı olarak, Rusya`ya güvediğini gösteren bir çok projeler de gerçekleştirildi ve bu gün Rusya`dan alınan gaz Türkiye`nin doğalgaz ihtiyacının %60`nı karşılıyor. Türkiye, Almanya`dan sonra Rusya`nın en büyük gaz alıcısı.
Kara deniz meselesi, Karabağ meselesi, Suriye`deki Rusya politikası ve birçok diğer konularda Türkiye ve Rusya işbirliği yok. Bu gün Türkiye ve Rusya`nın yakınlaşması stratejik değil kısasüreli işbirliği niteliğinde. Türkiye`nin Rusya`ya karşı sıcak tutumuna karşılığı Rusya`dan göremiyoruz. Mesela, Türkiye taraftan viza kaldırılsa da Rusya henüz bu adımı atmış değil. 2014 ylında 32 milyar dolarlık dolaşımın 27 milyar doları Rusya`nın kalan 5 milyar dolar ise Türkiye`nindi ve buradan da dengenin nasıl bozulduğunu görebiliriz.
Türkiye`nin NATO üyesi olması ve Avrupa Birliği`ne aday olmasını da unutmayalım. S-400`lerin alınması ise sadece askeri alanda ticari alımdır. Askeri işbirliğini de henüz görmüş değiliz ve bunlar bir söylentiden o tarafa geçmiyor. Problemlerin ve kriz yaratacak konuların çokluğu bu konuların ülkelerin birinci şahısları tarafından konuşulmasını vacip kılıyor. Ki Cumhurbaşkanlarının görüşü de bundan kaynaklanıyor.
Rusya`ysa Türkiye ve Batı ilişkilerinin her zaman gergin kalmasının taraftarı.
– Kırım konusunda Türkiye köşeye sıkışmış durumda. Yani, bir yandan Rusya, diğer yandan Ukrayna ile ilişkilerin rehinesi durumuna düşmüş gibi gözüküyor Türkiye. Aslında Ankara Kırım konusunda nasıl bir strateji ürütmeli, nasıl bir yol belirlemeli?
– Türkiye`nin Kırım konusunda sizin sorunuzdaki görüşünüze katılmıyorum. Türkiye`nin bu konuda tutumu oldukca netdir. Türkiye uluslararası hukukun yanındadır. Yani Ukrayna`nın toprak bütünlüyünü destekliyor. Fakat hem Rusya ve hem de Ukrayna ile ikili ilişkilerini ilerletmekde de meraklı. Kırım`da caminin inşa edilmesi ve Erdoğan`ın da oraya davet edilmesi rus diplomatisinin ciddi hatalarından biriydi. Çünkü böylesi davetler doğru ve etik değil.
Dünya Rusya`yı Çerkezleri katletmekte suçladığı bir zaman Erdoğan gitti ve Rusya`ya desteğini ifade etti. Türiye`nin böyle konulardaki hassasiyetini biliyorlar ve buna rağmen Erdoğan`ın oraya davet edilmesi çok komik. Rusya Dışişleri Bakanlığı böyle bir hareketle Türkiye`yi kendilerinden uzaklaştıracaklarını düşünmelidir. Türkiye ciddi ve uluslararası hukuka saygılı devlettir, komşu ülkelerin de topraklarında gözü yoktur. Türkiye`nin kendisi terörle, bölücülükle mücadele ederken böyle bir şeyi komşularına reva görebilmesi imkansız ve böyle bir şeye katılmaz da.
Yalnızca Ukrayna`da değil, Gürcistan konusunda da Gürcistan`ın toprak bütünlüğünü tanıyor ve Rusya`nın tanıdığı bölücü Cumhuriyetleri de kabul etmiyor. Ermenistan`la da Karabağ`ı işgal ettiği için 1993`ten bu yana diplomatik ilişkilerini kesmiştir. Yani böyle bir ülkenin bu konuda tavrı oldukça nettir.
– Gelelim Türkiye`nin iç meselesine. Yerel seçimlerin sonuçları hangi siyasi tabakanın geleceğine daha çok umut saçıyor? Güneş “sola” mı, “sağa” mı doğacak?
– Bu seçimlerde Türkiye bir daha seçmenlerin isteğinin herşeyden önemli olduğunu ve seçim sürecinin hukuk çerçevesinde ilerlidiğini gösterdi. İstanbulu söyleye bilirsiniz, evet. Aradakı fark o kadar küçükdü ki elbette onun uğrunda mücadele bu kadar ciddi olacaktı. Taraflar mücadelelerini sonunadek hukuk çerçevesinde sürdürmeliydiler. 13 bin farkla da olsa İmamoğlu seçimleri kazandı ve mazbatasını aldı. Fakat hukuki sürecin hala devam ettiğini de belirtmekte fayda var. Normal hukuki devlette süreç böyle işliyor.
Burada ilk defa Büyükşehirlerin muhalefetin eline geçtiğini gördük. Erdoğanın kendisi bile özeleştiri yaptı ve hatayı kendimizde aramalıyız dedi. Geçmişte iktidar hakimiyeti muhalefetin yanlışları üzerinden elde ediyordusa bu defa tam tersi oldu ve yanlışlarının bedelini Büyükşehirleri kaybetmekle ödediler. Ama bu bir demokrasi sürecidir ve Türkiye`de seçimler şeffaf oluyor, bu defa da öyle oldu. Bazı dedi kodular yayılsa da, her iki taraf da sonuçlardan memnunlar. “Kim kazandı?” sorusuna “Türkiye ve demokrasi kazandı” diye cevap verebiliriz.
Cumhur ittifakı %52 oy aldı ve Türkiye genelinde seçimleri kazandı. Bu Erdoğan ve onun takımının ekonomik krize ve dış politikanın yanlışlığına rağmen hala güçlü olduğunun göstergesi. Büyükşehirlerin ekonomik krizlere daha hassa olduğunu Cumhurbaşkanı seçimlerinde olduğu gibi burada da görmüş olduk. Cumhur ittifakının Anadolu insanına hitap ettiğini de seçimlerde gördük. Sonuç itibarile bu seçimlerin kazananı ve kaybedeni yoktur. “Türkiye kazandı” diyebiliriz.
Türkiye için en önemli konulardan biri de yıllarla edindiği ve koruduğu demokratik seçim prensiplerini yitirmemek ve korumaktır. Türk seçmeni bir daha bunu gösterdi. Teşekkür ederim.
Konuştu: Kafkas Ömerov
Yazıya alma ve çeviri: Agil Bekir