Türkiye ile Rusya bir kez deha masaya oturdu. Bu defa da konu Suriye`den başkası değildi. Çünkü Suriye`de Şubat`ın son haftasından itibaren Esed rejimi birliklerinin askeri aktifliğini artırmasından dolayı durumun yeniden gerginleşmesi, özellikle bu “tiyatro”nun önemli aktörleri olan Türkiye ve Rusya arasındaki gerilimin tırmanması önemli soruları yeniden gündeme getirdi.
Bu Arap ülkesinde olayların senaryosunu birlikte yazan Türkiye ile Rusya arasındaki istikrarsız ilişkide oluşacak çatlaklar, bölgenin mevcut manzarası üzerinde önemli bir etkiye sahip olacaktır.
Buna rağmen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleştirilen 5 Mart görüşmesi, tarafların Suriye`deki işbirliğinin zayıflamış bağlarının kopmasına izin vermedi.
Türkiye, Rusya ve Batı analitik merkezlerinde Erdoğan-Putin anlaşmasının farklı yönlerden analizi yapılsa da burada altı çizilmesi gereken en önemli şey, iki devlet başkanının ilişkilerin kopmasını hızlandıracak gidişatı sonlandırabilmeleri yönünde anlaşmaları oldu. Tarafların bu anlaşmaya ne kadar sadık kalacakları ise başka bir yazı konusudur.
Böyle bir durumda Türkiye`de önceleri de sorulan bazı soruların şimdi daha sıklıkla sorulduğunu görüyoruz. Türkiye`nin Suriye`de işi ne?
Türkiye`de bazı kesimler AKP iktidarının ülkeni Suriye batağına saldığını iddia ederek Ankara`nın bu siyasetini eleştirdiler. Geçtiğimiz hafta Esed rejimi birliklerinin İdlib`de gerçekleştirdiği saldırı sonucu 33 Türk askerinin şehit olmasından sonra bu tartışmalar daha da büyüdü. Muhalefet, hükumetten Türkiye`nin Suriye “tiyatrosu”ndan çekilmesini, asker ölümlerine yol açan “askeri müdaheleler”e son verilmesi çağırısında bulundular.
Böyle bir durumda Türkiye`nin Suriye krizinin sonlandırılması için olaylar zincirine katılması ve bu ülkeye askeri birliklerini konuşlandırmasını gerekli kılan faktörler hatırlanmalıdır.
Suriye`de çıkan iç savaşın Türkiye`nin güney sınırlarına kadar uzanması, insani felaketle karşı karşıya kalan milyonlarca göçmenin ülkeye girmesi, terör tehlikesinin artması, milli güvenliğe yönelik tehditler, Türkiye`yi böyle bir adım atmaya zorladı. Diğer yandan bölgenin, tam 4 asır boyunca Türkiye`nin selefi olan Osmanlı İmparatorluğu`nun sınırları içerisinde yer almasını, yani Misakı Milli sınırları olmasını da unutmamalıyız.
Türkiye askeri birlikleri, Suriye`ye girdikten sonra Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı gibi iki başarılı operasyon gerçekleştirdi. Bu iki operasyonla Suriye`nin kuzeyindeki araziler teröristlerden temizlenmiş ve insanların kendi yurtlarına dönmeleri sağlanmıştır. Bu sebepden dolayı bölge halkı Türkiye`yi hem teröristlerden, hem Esed zulmünden kurtarıcı gibi görüyorlar.
Son haftalarda Esed rejiminin İdlib`deki askeri aktifliği bu başarıları da tehlikeye sokuyor. Yani Esed birliklerinin İdlib etrafında operasyonlara başlamasından sonra yerel halk yine Türkiye sınırına akın etmektedir. Peki bu bize neyi anlatıyor? Bu, İdlib`deki insanların Esed rejimine itimad etmediklerinin, güvenmediklerinin ve Esed`i kendileri için bir tehlike olarak gördüklerinin bir göstergesidir. Kurtuluş yolunu ise yalnzıca Türkiye`ye sığınmakta görüyorlar.
Türkiye ise doğal olarak gerçekleştirdiği iki başarılı operasyondan sonra düzenin yeniden bozulmasına, sınırlarında terör tehlikesinin artmasına göz yumacak değildi.
Türkiye`nin tüm bu süreçte hiçbir şey yapmadığını düşünsenize bir. Böyle bir durumda ne olurdu?
Suriye`den gelen milyonlarca göçmeni kabul etmek zorunda kalacaktı. Zaten 9 yıldan beridir 3,5 milyon Suriyeliye bakan Türkiye, yeni bir göçmen dalgasını kaldıracak durumda mıydı acaba? Ne yapmalıydı Türkiye, Suriye “tiyatrosu”ndan çekilerek sınırlarında terör tehdidinin güçlenmesine umursamaz bir tavır mı sergilemeliydi?
Evet, Türkiye`nin Suriye`de var oluşu ona zorluklar yaratıyor. Fakat şimdiki durumda Türkiye`nin bu “tiyatro”yu terk etmesi doğru değil ve bunun mümkünatı bile yok. Böyle bir adım Türkiye`nin kendi milli çıkarlarını kaderin akışına bırakmaktan başka bir şey olmayacaktı. ABD, okyanusun öbür tarafından bölgeye geliyorsa; Rusya, ne kuru, ne su sınırı olmamasına rağmen Suriye`deyse; yıllardan beridir ülkesine karşı tehdit oluşturan Suriye`de olmak Türkiye`nin temel hakkı değil mi? Aynı sorular neden ABD, Rusya, İran veya Avrupa Birliği ülklerine sorulmuyor da Türkiye söz konusu olduğu zaman bu sorular gündeme getiriliyor? Bu bile Türkiye`ye karşı ikili tutumun, ikiyüzlülüğün göstergesidir!
Tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye`nin Suriye`deki mevcutluğunu eleştirenler, konuya daha geniş bir bakış açısından bakmalı ve bu “gösteri”nin sonunu beklemeliler.
Yeni Çağ Analitik Merkezi