Yenicag.ru`nun, Libya`daki karmaşa fonunda Rusya-Türkiye-ABD üçgeninde yaşanan gerginlikler, Türkiye`nin böyle bir durumda nasıl duruş sergileyeceği ve IŞİD terör örgütünün yeniden baş kaldırmasının olası sonuçları hakkındaki sorularını uzman Eylem Okumuş yanıtladı.
– Hafter, Moskova`dan Serrac`la anlaşmadan ayrıldı. Berlin zirvesinde de Hafter ateşkese imza atmadı. Önce Lavrov, Hafter`in düşünmek için zaman istediğini söyledi. Ama bunların bir yalan olduğu gün yüzüne çıktı. Ateşkes sağlanamayacağı takdirde Türkiye`nin askeri yardımlarını arttırması gerekecek. Çünkü Hafter`in ordusu Libya hükümetine bağlı birliklerden daha iyi silahlanmış durumda. Durum böyle iken Libya`da olaylar nasıl gelişecek?
– Tüm Arap iç savaşları eşit şartlarda ortaya çıkmadı. Libya beş yıldır iç savaş halinde, ancak Yemen ve Suriye`deki mezhep savaşlarında yaşanan katliamlarla ve kıtlıklarla dolu bir iç savaş yaşanmadı. Libya`nın savaşı oldukça sıra dışı özelliklere sahip: Düşük ölüm oranları, yüksek silah kullanımı, iki hükümet (her ikisi de egemen olduklarını iddia ediyor), savaş güçlerinin aşırı parçalanması ve savaşçıların her iki tarafına ödeme yapan aynı merkez bankası. Hafter’in, Trablus’un milis gruplarının birçoğunun taraflarını değiştirip kendisini destekleyeceğini hesaplaması oldukça muhtemel. Bu henüz gerçekleşmedi gibi görünüyor. Bazı Selefi Tugaylar, BM`in tanıdığı Ulusal Anlaşma Hükümeti`nden ayrılabilir. Misrata`daki ve Ulusal Anlaşma Hükümeti`ni destekleyen bazı gruplar Hafter`in etrafında toplanabilir. Libya`da her şey olabilir. Bununla birlikte hiçbir taraf ülkeyi kontrol edemeyecek ve siyasi uzlaşma hala ileriye dönük tek yol olmaya devam edecektir. Askeri açıdan bakıldığında, Libya iç savaşının belirleyici özelliği, bölgenin nasıl ele geçirileceği ile ilgilidir.
Uzun süren çetin savaşların olduğu yerde, genellikle cihatçılara karşı, bölge değişimi yavaş ve yıkıcı bir şekilde gerçekleşir. Tersine, büyük kazançlar ve toprak kayıplarının olduğu yerlerde, genellikle satın alınan grupların saf değiştirmesi veya bir taraf saldırırken diğer tarafın ateş etmeden kaçması vuku bulur. General Hafter`in Libya Ulusal Ordusu (LNA), Trablus`u nihayet zorla alacağını açıkladı. Bu bir anda olamaz. Aslında bu, yakın hedefi Bingazi`nin cihatçılarından kurtulmak, uzak hedefi ülke genelini kazanmak için Hafter`in onur operasyonunu başlatmasından bu yana beş yıllık bir sürecin sonu. Bu neden şimdi oluyor? BM Genel Sekreteri, Trablus`ta, Libyalıları desteklemek için uzun zamandır beklenen ulusal konferansta bir basın toplantısı yaparken, Libya Ulusal Ordusu lideri Hafter bir açıklama ile Trablus`un Kurtuluşu Operasyonu`nun başladığını ilan etmeyi seçti.
Gerçek şu ki çoğu Libyalı iç savaştan bıkmış durumda. Ama anlaşmazlığın nasıl sonlandırılacağı konusunda karşıt fikirlere sahipler. Sivillerin yaklaşık yarısı, iç savaşın sona ermesi halinde ulusal hükümet askerlerini başkentte karşılamaktan hoşnut, diğer yarısı ise direnişe katılacak ve Libya Ulusal Ordusu ile kıran kırana mücadele edecektir. Hafter’in yapmaya çalıştığı, “Libya`nın kurtarıcısı” olarak kendisine destek veren popüler bir temel oluşturmak ve BM destekli siyasi sürece bir alternatif yaratmaktır. Libya halkı bölünmüş durumdadır. Bir kısmı, uluslararası toplum tarafından desteklenen ancak askeri açıdan zayıf Saraç Hükümeti`ne meşru otorite olarak destek vermektedir.
Diğer bir kısmı Misrata merkezli milisleri, İslamcı grupları ve Hafter`in güçlerini ya da başka grupları desteklemektedir. Ancak, Libya halkı ülkeyi sıkıntıya sokan ve üç milyon insanın komşu ülkelere veya Avrupa`ya kaçmaya zorlayan anarşiyi ve istikrarsızlığı sona erdirme ihtiyacı konusunda hemfikirdir. Trablus`a doğru yaklaşmakta olan savaşın sonucunu tahmin etmek zordur. Lakin Hafter güçlerinin ilerlemesini durduracak herhangi bir uluslararası veya bölgesel planın yokluğundan dolayı, şu an için Hafter avantajlı görünmektedir. Kesin olan bir şey var ki, Libya halkı yine kanı ve canı ile yüksek bir bedel ödeyecektir.
– Söylentilere göre Moskova, Ankara`nın Libya hamlesini bir türlü içine sindiremiyor ve Türkiye`nin planlarını bozmayı hedefliyor. Sizce Rusya Libya konusunda ne kadar samimi?
– Rusya ile Türkiye, Libya`da Suriye`de olduğu gibi ortak paydada buluşabilir. Karşı karşıya gelme durumu şu an için söz konusu değildir. Buna rağmen şunu görüyoruz ki; Türkiye, Rusya ve Libya arasında geleceğe dönük farklı düşünceler var. Çünkü Rusya Hafter`i ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Libya`da Serrac yönetimini destekliyor. Bu da karşılıklı ilişkilerde sorunlara yol açabilir gibi gözüküyor. Ancak, Suriye`de olduğu gibi Esad konusunda da farklı görüşlerin olması Suriye`deki sorunlar üzerine anlaşmalarımızı yok etmiyor. Putin ve Erdoğan, Suriye`deki örnek gibi Libya`da da bir anlaşmaya varabilir. Libya`daki sorunlar nedeniyle iki ülke arasında bir kriz çıkacağı görüşüne katılmıyorum. Ortadoğu bölgesinde Rusya`nın Türkiye ile ortak stratejileri söz konusudur. Serrac yönetimi Libya`da Trablusgarp ve Misrata bölgesi dışında hiçbir yeri kontrol edemedi.
Diğer tüm bölgeler Hafter güçlerinin kontrolü altındadır. Ancak son dönemde Rusya`nın desteğinin Hafter`e bağlı gruplara doğru kaymaya başladığı görülmektedir. Özellikle 2019 yılının başından beri Rusya ile Hafter arasındaki görüşmeler yoğunlaşmıştır. Son dönemde Rusya`da özel bir güvenlik şirketi olan Wagner Grup`un Libya`da savaşçıları bulunmaktadır. Rusya`nın Libya`daki öncelikleri arasında Kaddafi döneminde yapılmış olan enerji anlaşmalarını devam ettirecek istikrarlı bir yönetim kurulması vardır. Ayrıca, Suriye`deki iç savaşın sona yaklaştığı bir dönemde Libya`da kendisine yakın bir yönetimin göreve gelmesi, Rusya`nın Akdeniz`deki varlığını da güçlendirecek bir gelişme olarak gösterilebilir.
– Türkiye`nin Libya`daki politikalarına ABD`nin bakış açısı nasıl? Jeopolitik mantıkla Washington bu konuda Ankara`yı desteklemeli, çünkü Hafter`in zaferi Libya`nın Rusya`nın kontrolüne geçmesi demek…
– Libya`da NATO`nun hava operasyonları ve uçuşa yasak bölge ilan etmesiyle Kaddafi`nin devrilmesinde önemli rol oynayan ABD, son dönemde yaşananlar karşısında net bir tutum takınmış değildir. ABD, Hafter ile de doğrudan temas kurmaktadır. Yirmi yıl ABD`de yaşayan ve ABD vatandaşı olan Hafter`in CIA ile geçmişte bağlantısı olduğu yönünde de ortaya atılan iddialar vardır. Hafter Trablus`a yönelik taarruza başlamadan önce dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile telefonda bir görüşme yaptığına dair bilgiler basında geniş yer aldı. ABD basını bu görüşmede Amerikan yönetiminin Hafter`e operasyon için yeşil ışık yaktığını bildirmiştir.
ABD daha sonra Hafter`in Libya`daki çatışmalardan sorumlu olacağına dair bir karar taslağının BM Güvenlik Konseyi`ne sunulmasına engel olmuştur. Bu şartlar altında ABD`nin Ankara`yı destekler tarzda görünmesi pek mümkün değildir. ABD Hafter`e üstü kapalı desteğini sürdürürken, Ankara üzerinde de bir takım baskı unsurları ve muhtemel pazarlıklar sürecine girmesi muhtemeldir.
– Ürdün kralı Abdullah, IŞİD`in Batı Irak`ta yeniden güçlendiğini beyan ederek, bölge ülkelerinin bu konuya dikkat vermeleri gerektiğini vurguladı. Irak`taki son gelişmeler IŞİD`i yeniden sahneye çıkarabilir mi?
– IŞİD`in, bir zamanlar Irak ve Suriye`de yaklaşık 8 milyon kişiye hükmeden “halifeliği” neredeyse tamamen yok edilmiştir. Batılı başkentlerde zafer havası hakimdir. Bu noktaya gelmek için pek çok ülkeden oluşan koalisyonun aralıksız askeri baskısı gerekmiştir. Bu süreç binlerce insanın yaşamına ve milyarlarca dolar zarara mal olmuştur. Ancak, IŞİD`in faaliyetleriyle ilgili gizli istihbarat bilgilerine sahip olanlar, ihtiyatlı olunması çağrısında bulunmaktadır. Halifeliğin askeri mağlubiyeti, terör tehdidinin sonu anlamına gelmiyor. Hem Suriye hem de dışarıda değiştiğini ve yayıldığını görüyoruz. Bu, terör örgütünün geleneksel yapısıdır. IŞİD`in daha da yeraltına indiğini ve diğer terör örgütleriyle bağlantılar kurduğunu görüyoruz. Suriye ve Irak`a dağılmış IŞİD militanlarının sayısının 20 ila 30 bin olduğu tahmin ediliyor ve birçoğu kovuşturma korkusuyla kendi ülkelerine dönmeye isteksiz. Ayrıca, Libya, Mısır, Batı Afrika, Afganistan ve Filipinler`in güneyinde az sayıda fanatik, IŞİD bağlantılı militanlar vardır.
IŞİD militanlarının Irak’ın kuzeyinde giderek daha pervasız saldırılar düzenlediklerine dair kanıtlar da bulunuyor. IŞİD, Irak`taki El Kaide`nin içinden çıkmıştır. El Kaide, kırgın ve işsiz Irak ordusu ve istihbarat üyeleriyle, Arap dünyası ve dünyanın geri kalanından akıp gelen idealist cihatçıların mantık ittifakı idi.Irak`ta El Kaide`nin düsturu, “Irak`a gelip ABD işgaline direnmenin tüm Müslümanların görevi olduğudur.” Ancak daha sonra sergilenen vahşet ve tahammülsüzlük Iraklı aşiretleri İŞİD`den öylesine yabancılaştırdı ki, hükümetin tarafına geçtiler ve El Kaide`yi ortada bıraktılar. Daha sonra, Irak`ın Şii hükümeti bu kazanımı, Sünni Müslümanlara karşı sistematik bir ayrımcılık programıyla çarçur etti. Sunni Müslümanlar 2014 yazında, kendilerini artık o kadar haklarından mahrum edilmiş hissediyorlardı ki, IŞİD Irak`ın ikinci büyük kenti Musul`a pek bir direniş olmadan girebildi. Buna bir de, zayıf, moralsiz Irak ordusunu ve IŞİD`in ilerleyişi karşısında kendi askerlerini terk eden üst düzey Iraklı subaylar eklenince, IŞİD`ın Irak`ın üçte birini ele geçirmesini sağlayan şartlar oluştu. Komşu Suriye`de ise iç savaş ortamında, tüm isyancı örgütler arasında en acımasız ve ideolojiği olan IŞİD`in geniş topraklar ele geçirebilmesi için gereken kaos ve kafa karışıklığı vardı.
Peki, bütün bunlar yeniden yaşanabilir mi? Bu büyüklükteki bir “halifeliğin” yeniden oluşturulabilmesi çok düşük bir ihtimaldir. Ancak, IŞİD`in ilk döneminde kaydettiği başarıları sağlayan faktörlerin bir çoğu hala olduğu yerde durmaktadır. Irak, bazıları İran tarafından eğitilen, silahlandırılan ve fonlanan mezhepçi Şii milislerle doludur. Sünni köylülerin evlerinden çekilip alınıp, yanlış bir şekilde IŞİD`e destek vermekle suçlandığına dair rahatsız edici haberler gelmektedir. IŞİD istenmiyorsa, Irak`ın kesinlikle bir ulusal uzlaşma sürecine ve kapsayıcı bir hükümete ihtiyacı vardır. Ancak bunun gerçekleşeceğine dair çok az işaret bulunuyor.
Konuştu: Kafkas Ömerov