Anlatmaya sohbetin ortasından başlamak istiyorum…
SSCB güreş ustası, Azerbaycan`ın emektar antranörü Ali Sarıyev konuştuğumuz zaman birden yumruğunu masaya vurdu ve ağlamaya başladı. Öfkeli gözlerinden yaş akıyor. Böyle bir durumda sanki bunu söylemek istiyor: “Biliyor musun neden ağlıyorum? O ermenilerin hiçbiri benim bileyimi bükemezdi, yakınıma bile yaklaşamazdı.
Fakat bir tokatla bile yere serebileceyin birisi seni dövüyor, çalıştırıyor, horoz dövüştürür gibi seni dövüştürüyor ve ıslık çalıyor. O zaman da yanıyordum şimdi de yanıyorum. Anlatmak kolay… Şimdi ermeniyle düşman olmaya karşı çıkıyor, hümanizm diyor, halkların dostluğundan konuşuyorlar. Peki ermeni zulmünü tüm vahşetleriyle yaşayan insanlarımıza ne söyleyelim? Onları nasıl inandırabiliriz ki, sen ermenilerin yaptıklarını unutmalısın, biz şimdi dostuk. Nasıl ha, nasıl?…”
Ali Sarıyev`in başına gelenler onun sporcu olmasından dolayı biraz farklı…
Eli kolu bağlı olmasa da kendinin de söylediği gibi bir tokatla devireceği birilerinin işkencelerine katlanmış, bir parça ekmek için güreşmek zorunda kalmış… Sarıyev`in esirlerden oluşan destekçileri de onun zaferi sayesinde ekmek yiyebilecekleri için Sarıyev`in kazanması için dua etmişlər…
YeniÇağ, 20 ay ermeni esirliğinde kalmış, gerçek cehennemi bu dünyada görmüş Ali Sarıyev`in hayat hikayesini sizlere sunuyor…
1993 yılında esir düşüyor ermenilere Ali Sarıyev.
– Savaş zamanı neyle meşguldünüz?
– Rahmetli Zeynalov Vagif, Şükürov Elsever ve ben savaşa gitmek için gönüllü olduk ve dövüşlere katıldık. Onların ikisi de şehit oldu, bense esir düştüm.
– Nasıl oldu da esir düştünüz?
– 31 Ekim 1993`te sabah erkenden bir kuzu, 3 hindi, 10 tavuk, 10 şişe de arag (vodka) alıp askerlere götürmek için kendimin jiguli arabamla babam, annem ve amcamın kızı Gülnare ile yola çıktık. Askerlikteki kardeşimin ve Gülnare`nin kardeşi olan kuzenimin yanına gidiyorduk. Cebimde de 100 bin sovyet parası vardı. Önce Seyfeli`ye gittik.
Burada bize ermenilerin Ağdam`ın Mirzeli köyüne saldırdığını ve askerlerin de oraya gönderildiğini söylediler. Böylece, biz de Seyfeli`den Ağdam`a gitmeyi kararlaştırdık. Berde`yi geçtik, demiryolunun kenarında Ağdam`da yerleşen askeri bölüğün karargahı vardı. Karargaha girdim, kardeşimi ve kuzenimi sordum.
Bana onların yanına gidemeyeceğimizi söylediler. Geri döndüğümüzde Beylegan tarafa gitmek yerine Ağdam`a taraf sürdüm arabayı. Yolda hiçkimse yoktu. Yolun her iki tarafı da dereydi. Uzaktan iki asker gördüm. onlara yaklaştığımızda derede gizlendiler. Ermeni olduklarını anlamadım bile…
– Peki sizi durduran olmadı mı?
– Hiçbir şey yoktu ve bizi de durduran olmadı. Düz gidiyorduk öylece. O askerlerin yanından geçtikten sonra dereden çıkıp bize ateş ettiler. Arabaya 4 mermi isabet etti. Bize bir şey olmadı. Arabanın hızını artırdım. Demiryoluna vardığımda yol kenarındaki levhada Ağdam yazıldığını gördüm ve o zaman yolu yanlış geldiğimizi anladım.
Annemi, babamı düşündüm, yaşlıydılar; Gülnare`yse genç kızdı. Ne yapacağımı bilmedim. Arabadan indim. Babam ne olduğunu sordu. Yolu yanlış geldiğimizi söyledim: “Burası Ağdam.” Arabadakiler paniklediler. Babam bana kaçmamı söyledi. “Seni öldürürler” dedi, “Biz yaşlıyız, bize bir şey yapamazlar.” Beni kaçmam için zorluyordu. Ben onlara ölsekte, kalsakta bir yerde olacağımızı söyledim. Arabayı zor-bela harekete getirip geri döndük.
Deredeki ermeniler de geri döneceğimizi tahmin etmişler. Yol kenarında patlatılmış bir araç vardı. O iki ermeni yolumuzu kesmek için o aracın demirlerini yola atmışlardı. Arabayı hızlı kullanıyordum. Yola atılmış demirleri gördüm. Her iki taraf dereydi. Arabayı durdurup demirleri kenara itmek için arabadan indim. Demiri kenara sürükleğen zaman iki kişi silahla çıkıp rusça ellerimi kaldırmamı söylediler ve ayağımın önüne ateş ettiler.
Babam da arabadan inmişti. Askerlerden biri silahı babamın karnına dayadı, diğeriyse ellerimi telle bağladı. Bizi Karabağ futbol kulübünün stadyumuna getirdiler. Stadyumun yanında küçük yemekhaneye benzeyen yerler vardı. Bizim dördümüzü de oraya saldılar. 5-6 saat sonra ermeni kumandan geldi. Benden nereden geldiğimizi sordu. Düğünden geliyoruz diye yalan söyledim. Burada sadece 10-15 ermeni asker vardı. Arabanın bagajını açtılar. Bagajın yiyecekle dolu olduğunu gördüler. Sabahısı gün yine sorular sordular. Kumandan bana “Seni salıyorum. Git 3 ton benzin getir, anneni, babanı ve bu kızı götür apar.” dedi. Kabul ettim.
Beni yolcu eden zaman sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti`nin savunma bakanının yardımcısı geldi. O kumandana “Bunu salmayın, esirlerimiz var onlarla değiştiririz” dedi. 4 gün Ağdam`da kaldık. Sonra Hankendi`ye getirdiler bizi. Annemle Gülnare`yi Füzuli`den götürdükleri esirlerin arasına kattılar. O esirlerin hepsini bir düğünde esir düşmüştüler. Babamla beni aynı yere saldılar. Slavik adlı bir ermeni vardı. Değneği eline alıp yanımıza geldi.
Babamın gözleri önünde beni dövmeğe başladı. Babam benim halimi görüp ağlıyordu. Albert Voskanyan adlı ermeni de vardı, esirleri o değiştiriyordu. Babamın yaşlı olduğunu gördü. Onu benim yanımdan annemin yanına taşıdılar. 4 ay 20 gün sonra Albert beni yanına çağırttı. Bana 3 kişinin parasının ödendiğni söyledi. “Annenle baban zaten gidecekler. 3. kişi de ya sen olmalısın, ya da Gülnare.” dedi.
Ben ona gitmeyeceğimi söyledim. Nedenini sordu. Ona Gülnare`yi, namusumu burada bırakıp gidemeyeceğimi söyledim. Bizim esirlikten bırakılmamız için parayı amcam ödemişti. Albert bana onlarla vedalaşmamı söyledi. İstemediğimi söyledim. Çünkü bu acıya katlanamazdım. (Ağlıyor…)
Mezardan altın kıranlar…
Sonra bizi Ağdam`ın bir köyüne götürdüler. “Köydeki mezarlıkta olan siyah mermerlerin hepsini sökeceksiniz.” dediler. Mezarları bize açtırdılar. Mezarlardaki altınları topladılar. Açılmış mezarları kapıyordum. Zor bela kapaya bildim mezarları.
Esirliğin 27. gününde babamla oturmuştuk. Bir ermeni ortalığa çıktı ve Türklerin içerisinde bir erkek varsa gelsin benle güreşsin dedi. Azerbaycanlı 91 kişiydi içeride. Babam biliyor ya beni, dedi ki ortaya çıkma. Pantalonumun da eteğinden tutmuştu. Birkaç dakika geçtikten sonra yine “Türklerin arasında bir erkek varsa gelsin güreşsin benimle” dedi ermeni.
Aynı şeyi durmadan tekrarlıyordu. Sinirlendim ve öne çıktım. Bana kötü sözler söyledi, küfretti, yumrukladı. 10 dakika falan böyle devam etti. Hapishane reisi “dur” demeyince durmadı. “Başla” dedikten sonra genç ermenini boynumun arkasından yukarı kaldırdım ve yere attım. Kalkmak isteğen zaman yüzünü yumrukladım. Reis beni yanına çağırdı ve neden onu yumrukladğımı sordu. Ben de ona “Beni döven zaman neden sesini çıkarmıyordun da şimdi söylüyorsun?” dedim. Ona burada 30`a yakın ermeni olduğunu ve hepsiyle dövüşebileceğimi söyledim. Ve şart koştum: “Bunlardan hangisi beni yıksa hemen ateş aç ve öldür beni.”
Reis bana sözümün üstünde durup durmayacağımı sordu. “Dururum” dedim. Anlaştık. O döndü ve ermenice bir şeyler söyledi, fakat hiçkimse ayağa kalkmadı. Ermenilere ve bana baktı. Öfkeliydi. “Def ol yerine” diye bağırdı bana. Geri döndüğümde babamın ağladığını gördüm. Bana “seni öldürecekler” dedi. Sakinliğimi korudum ve cevap verdim: Zaten ölümün içindeyiz. Ne olursa olsun bizi öldürecekler…”
İkinci hapisane reisinin ismi Vahan`dı. Bir defa beni yanına çağırttı. Kolumu kelepçelediler ve arabaya oturttular. Bir ermeni köyüne gittik. Köyün kenarında 70-80 kişi vardı. Vahan silahlı bir ermeniyle sohbet ediyordu. Çaya taraf gittim. Elimi yumak istiyordum. Arabadayken beni güreştireceklerini söylemiştiler. Etrafıma baktım. Etrafta benimle güreşecek birisi yoktu.
Çayın öbür tarafına baktığımdaysa kocaman bir adam gördüm. Bana taraf geldi. Yüzüme baktı. Sonradan beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendim. Ondan “Güreşebiliyor musun?” diye sordum. “Biliyorum” dedi ve ekledi: “Seni de yenerim.” Ben ona güreş sporcusu olduğumu söyledim. “Güreşeceksen benimle göreş” dedim. Bir hayli yüzüme baktı ve çekip gitti. Ermenilerin onu çağırmalarına rağmen geri dönmedi. Vahan bana ne olduğunu sordu ve ben de anlattım. Vahan “Çabuk otur arabaya, gidiyoruz” dedi…
Bizi Hankendi`ye çalıştırmaya getirmişdiler. Burada bize sokakları temizletiyor ve diğer işleri yaptırıyorlardı. Nezarethanede 7 genç ermeni vardı. Vahan geldi ve onları hapishanenin önündeki sahaya çıkarıp bana döndü ve “Ali, burada birkaç firari ermeni var. Onlarla güreşmek ister misin?” dedi. Ben de güreşebileceğimi söyledim. Bana hangisi ile güreşmek istediğimi sordu, ben de durmadan yedisiyle de güreşirim dedim. Vahan bana dedi ki, eğer bunları yenersen 3 ekmek vereceğim sana. 5 dakika içerisinde 7 ermeninin de sırtını yere vurdum. Vahan ermeni dilinde sürücüsüne bir şey söyledi ve o da gidip 4 ekmek getirdi.
(Biz konuşurken Ali Sarıyev ekmeklerin sayısından konuşurken gözleri aydınlanıyordu. Sanki yine açlık yaşıyordu ve ekmekleri ona vercektiler.)
Ekmekleri verdi bana. Gözümüz aydınlanmıştı. Arkadaşların hepsi sevinçten beni kucaklayıp öpdüler. O 4 ekmeğin bizim için nasıl bir şey olduğunu yaşamayan anlayamaz.
Rus askerin ölümü
Hankendi hapishanesindeydik. Sergey Şatohin isimli bir rus vardı. Bizim tarafımzıdan dövüşüp esir düşmüştü. Ondan başka orada Viktor, Aleksey, Oleg ve Vitali isimli rus esirler de vardı. Ermeniler Viktor`u döverek öldürdüler. Sergey bana karısının doktor olduğunu söyledi. 15 yaşında da bir oğlu varmış. Azerbaycan`ın kendisine büyük para verdiğini dedi. “O para aileme sonuna dek yeter. O kadar çok ermeni öldürmüşüm ki, sayını unutmuşum. Esirlikten kurtulduktan sonra bu itleri yine öldüreceğim.” demişti bana.
Bir gün hapishane nezaretçisi silahını yere bırakıp ayakkabısının iplerini bağlıyordu. Sergey onun silahını götürüdü ve oradaki ermenilerden ikisini öldürdü, biriniyse yaraladı. Silahın şarjörünü değiştirdi ve kapıyı açmak için ateş etti. Fakat kapı açılmadı. Ermeniler de dışarıdan kapıya ateş ediyorlardı. Sergey nezarethanenin bodrumuna indi. Karşılıklı ateş edildi. Sergey`le böyle baş edemeyeceklerini anladılar ve bodrum katına kumbara attılar. Sergey öldü. Bu olaydan 20 gün sonra Primakov Rusya`nın Dışişleri bakanı oldu ve esirlikteki rusları serbest bıraktırdı.
1994 yılıydı. Hapishane nezaretçisi bana çim biçmeyi beceren birkaç çocuğu yanımda götürmemi söyledi. İki kişi seçtim. Biri İsmayıllı`dandı, diğerinin hangi bölgeden olduğunu unuttum. Bizi Şuşa`ya götürdüler ve üç kişinin güçlükle yerleştiği çadıra saldılar. Çadırın önüne de köpek bağlamıştılar.
Ertesi sabah kuşların sesine uyandım. Çadırdan başımı çıkarıp Şuşa`nın o güzel tabiatını gördüm. Orman vardı karşıda. Ormana yakın arazide 100 tane falan keçi otluyordu. Önce onların yabani keçi olduklarını sandım. Sonraysa bunun öyle olmadığını anladım. Ermenilere bu keçilerin kimin olduğunu sordum. Bana keçilerin kelbecerlilerin olduğunu söylediler. Vahşileşmiştiler.
Orada yakınları savaşta ölen ermeniler bizi gördükleri zaman bize saldırıp vuruyorlardı.
Mısmana köyünde sonradan Ermenistan Cumhurbaşkanı olan Sarkisyan`a ev yapıyoruk. Ustalığı ermeniler kendileri yapıyorlardı. Namık baltayla ağacı yontuyordu. Onun yakınında elinde uzun tahta tutan bir ermeni vardı. Birden tahtayı Namık`ın başına vurdu. Namık öyle kala kaldı. Tahtada çivi varmış… Çivi Namık`ın başına girmişti. Esirlikten çıktıktan sonra Namıkla karşılaştık. Beni hatırlamadı. O olaydan sonra hafızasını kaybetmişti…
Ermeni bayrağına tükürmek
Bir gün dövüşçülerle askerleri ayırdılar. Dövüşçülerin arasında önde duran bir oğlan vardı. Önce onu çıkardılar. Ona ermeni bayrağını öpmeği, Azerbaycan bayrağına da tükürmeği emrettiler. O Azerbaycan barağına tükürmeyeceğini söyledi. Onu sopayla dövdüler. O da bayrağımıza tükürüp kaçtı. Başka biri de vardı orada. O önce Azerbaycan bayrağının yanına gitti. Bayrağımızı açtı, yere serdi ve öptü. Sonra Ermenistan`ın bayrağına tükürdü. Onu bayılana kadar dövdüler. Sonra da tek kişilik hücreye attılar.
Esirlerin arasında Atilla Yumak isimli Türk de vardı. Ermeniler onu her gün dövüyorlardı.
Yeni yıl “hediye”si
Hapishanede 30`a dek domuz besliyorlardı. Hasan ve Kelbecer`den Rehim amcayla domuzlara yemek veriyorduk. 6 kazan patatesi ve 1 kazan da sofrada kalmış ekmekleri domuzlara yediriyorduk. Her defasında patateslerden torbaya doldurup çocuklara götürüyordum. Bu 6 ay böyle devam etti. 31 Aralık 1994 yılında bunu nezaretçilerden biri gördü. Çocukları yemek yerken yakaladılar. Esirlere patatesi kimin verdiğini sordular. Onlar söylemeye mecbur kaldılar. Çünkü sonra onlara işkenceler verecektiler. Ermeniler beni nezaretçilerin uyudukları odaya götürdüler. Bana neden domuzların yemeyini Türklere verdiğimi sordular. Kabul etmedim. Sopayla vurdular bana. “Evet, ben verdim” dedim. Başımı vurdular. Yıkılmadım. Malyu adlı ermeni Rusça sövdü beni. Belki de 100 sopa vurdu bana. Ayakkabısını çıkardı. Ayakkabının altında çiviler vardı. Ayağıma vurdu. Sol ayağım şimdi de çalışmıyor…
Ermeniler geceleri içip nezarethaneye geliyor, dövüşen çocuklara işkenceler yapıyorlardı.
Ermeniler Horadiz dövüşünden sonra göç etmeye başlamıştılar. Hankendi`ye gidiyorlardı. Savaş bir az da uzasaydı hepsi gidecekti. Şuşa`da 15-16 aile kalmıştı. Onlar da Azerbaycan`ın farklı bölgelerinden göçmüşlerdi. Kadınlardan biri Yevlah`da rahat yaşadığını söylüyordu: “Allah evlerini başlarına yıksın bunların, geçinip gidiyorduk işte.”
Bizimle bir yerde İlham adlı bir vatan haini de vardı. Esirlikten döndükten sonra onu tutuklayıp idam cezası kestiler, sonra da cezasını ömürlük hapisle değiştirdiler. O bizim esirlere ermenilerden de fazla işkenceler yapıyor, zulüm veriyordu. Aleksey`e tecavüz ediyordu. Esirlerden en çok Atilla, Azer, Abuzer ve Rafig`i dövüyorlardı.
Bir gün ormanda ağaç kesiyorduk. Nezaretçi Muhtar bana dedi ki git İlhamı`ı döv. Ben de ona “Ben onu döversem, o da beni Slavik`e satar” dedim. Muhtar bana “Ben sana söylüyorum, git döv” dedi. Ben de gittim ve İlham`a çalışmasını söyledim. Bana “Başın bedenine ağırlık yapmasın” dedi İlham. İlham`ı yere yıkılana kadar dövdüm. Bizim çocuklar da “Ali, öldür onu, öldür onu” diye bağırıyorlardı. Muhtar Slavik`e ne söylemiştise İlham`ı dövdüyüme göre bana hiç bir şey demedi.
Eski spor arkadaşı ile görüş
1976-1977 yıllarında İrevan`da Spor Enstitülerinin turnuvası gerçekleştiriliyordu. Orada birinci oldum. Bir sonrakı yıl turnuvada Kiev`de yaşayan Nalbandyan isimli bir ermeniyle güreştim. Berabere kaldık…
Hankendi`nde nezaretçiyle yol kenarında durmuştuk. Yanımızdan araba geçti. Bir az gittikten sonra durdu ve geri döndü. Arabadan bir kişi indi. Ermeni dilinde bir şey sordu ve nezaretçi de Türk olduğumu söyledi. O adam bana rusça yüzümün ona tanıdık geldiğini söyledi. Benim yerime nezaretçi güreşçi olduğumu dedi. Ben de ona sen beni İrevan`da görmüşsün dedim. Bana hatırladığını söyledi. Nalbandyan`dı o. Konuştuk onunla. Gittiği zaman bana “Biz düşman olsak bile seninle böyle bir ortamda görüşmek istemezdim” dedi. Arabaya oturdu ve gitti. Bu sözüyle yüreyime ateş etti sanki. Ağladım. Nezaretçi neden ağladığımı sordu, cevap veremedim…
Esirlikte 1 yıl 8 ay 8 gün kaldım. 8 Haziran 1995 yılında listede 3. yerde benim ismimdi. Akrabalarımız serbest kalmamız için para ödemiştiler…
Esirlikten kurtulduktan sonra yaşananlar hakkında konuşmak anlamsız… Bundan sonra yeni hayata ayak uydurmak çok zor…
Sehavet Memmed
Çeviri: Agil Bekir