Yarım asrın üzerinde iletişim eğitimi veren ve iletişimciliği örgütleyen Türkiye’nin öncü bilim kadınlarından İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi İletişim fakültesi Dekanı Prof.Dr. Aysel Aziz bir çok alandaki deneyim ve çalışmalarını YeniÇağ okurlarıyla paylaştı.
Yeniçağ: Kuruluşundan beri Türkiye’de iletişim eğitiminin her aşamasında bulundunuz. Bugün eğitimin dünya standartlarına çıkarılması amacıyla yapılan çalışmaların başında bulunuyorsunuz. Çalışmalarınıza ilişkin neler söylemek isterdiniz?
Aysel Aziz: Geçen yıldan bu yana yüksek eğitimde Bologna süreciyle başlayan kalite sorununun giderilmesi amacıyla baya çaba harcanmaya başlandı. Üniversitedeki eğitimin kalitesinin ölçülmesiyle ilgili YÖK’ün dışında Yüksek Öğretim Kalite Kurulu oluşturuldu. Kurul önce YÖK’ün içindeydi, ama YÖK yöneticileri onun bağımsız olması gerektiğini söylüyorlardı. 2017 yılı başlarında çıkarılan bir yönetmelikle o Kurul tamamile bağımsızlaştırıldı. İletişim olarak biz de o konuya eğildik. STK’ların yüksek öğretimde eğtimin kalitesini ölçmek üzere görevlendirmeler başladı. Aslında daha once mühendislik-mimarlık, tıp, eczacılık, hemşirelik alanlarında yüksek öğretimi denetlemek üzere STK’lara tesçil belgesi verilmişti. Bu durum çok ciddiye alındı ve biz de iletişim fakülteleri dekanları olarak kısa adı İLDEK (İletişim Dekanlar Konseyi) çerçevesinde biraraya geldik. YÖK bunu Konsey olarak tesçil ettikten sonra biz iletişim fakültelerinde eğitimin kalitesini nasıl ölçebiliriz şeklinde görüşmeler yaptık. 2015’te başlayan görüşmelerin sonunda bu yıl İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) bu görevi üstlendi. Bu Derneğin Başkanı benim, aslında İLDEK ile iç içeyiz. İLDEK ile İLAD iki senelik çalışmalar sonucunda Kalite Kurulu’nu oluşturdu. Hazırlık komisyonlarında iletişim fakülteleri dekanlarının görevlendirdiği kişiler yer aldı ve biz iletişimin yedi temel dalında akreditasyon yapmak üzere kurallar oluşturduk. Şubat 2017’de tesçil için Kalite Kurulu’na başvurduk. Şu anda iletişim fakültelerinde akreditasyon çalışmalarına başlamak üzereyiz. Kalite Kurulu’ndan akreditasyon tesçil belgemizi bekliyoruz. Tesçil belgesini aldıktan sonra iletişim fakültesi olan üniversitelere bilgi verilecek, onlar toplantıya çağrılacak, “Biz hazırız”- dedikten sonra denetleme çalışmalarımıza başlayacağız. Şu anda Kalite Kurulu da bir yapılanma içersinde, o nedenle tesçil belgemizin onayını bekliyoruz, zira o Kurul Türkiye’deki tüm alanlarda değerlendirmeler yapıyor, iletişim de onlardan bir tanesi. Tesçil belgesinin belirli bir süresi vardır, bir süre sonra sizi de denetleyerek belgeyi uzatıyor veya iptal ediyorlar. Türkiye’de 50 yıllık iletişim eğitimi sonrasında biz de kendi akreditasyon Kurulu’muza kavuşmuş olacağız. Hatta “kavuştuk” diyebiliriz.YÖK bize akreditasyon yapmamızı öneriyor, fakat biz belgeyi almadan çalışmalarımıza başlamayı uygun görmüyoruz. Şimdiye kadar dışarıdan gelip bizi denetliyorlardı, şimdi bu işi kendimiz yapacağız. Ama onların yaptıkları akreditasyon kendi ölçüleri içersinde, biz ise Türkiye’ye özgü ölçüler içersinde bu işi yapacağız. Her ülkenin kendine has farklılıklarını yabancı kuruluşların görmesi imkansız. Öte yandan, bu işin maliyeti de var, bizim 5 liraya yapacağımız bir işi onlar 15 liraya yapıyorlar. İletişim eğitiminin kalitesinin ölçülmesi açısından şu anda bekleme aşamasındayız. Bütün iletişim fakülteleri benden haber bekliyor, Kalite Kurulu bizim akreditasyon belgemizi verir vermez fakültelerle yazışmalarımıza başlayacağız, bir süre sonra ise denetimlerimize geçeceğiz. Bir dahaki görüşmemizde işe başladığımızı, “Fakültemiz akredite oldu”- diyebileceğimize inanıyorum.
Yeniçağ: Veya “Falanca fakülte olmadı”…
Aysel Aziz: Evet, örneğin, “10 başvuru vardı, 5 başvuru olumlu sonuçlandı, 5 başvuru olumsuz” diyebileceğiz.
Yeniçağ: Azerbaycan’da bazı özel ve devlet üniversitelerinde iletişim fakülteleri açıldı, daha sonra büyük ölçüde eğitim kalitesinin düşüklüğü yüzünden kapandı. Türk iletişimcilim eğitiminin duayenlerinden biri olarak siz kalitenin yükseltilmesi için bir nevi, gönüllü fedakarlık yapıyorsunuz, yanlış mı ifade ettim?
Aysel Aziz: Aynen öyle. Madem konu Azerbaycan’dan açıldı, bizim Kurulumuz sadece Türkiye’yi değil, KKTC ve Azerbaycan da olmakla diğer Türkçe eğitim veren devletlerde de iletişim fakültelerini akredite etmek üzere Tüzüğümüzü geliştirdik. İnşallah ilerde biz de oralara gidip akredite etmek üzere çalışmalar yaparız.
Yeniçağ: Bu çalışmalarınızda herhangi taviz sözkonusu olacak mı?
Aysel Aziz: Hayır, zaten taviz olduğu taktirde Kalite Kurulu belgenizi geri alıyor. Hiçbir şekilde olmaz. Şimdi İletişim Araştırmaları Akreditasyon Kurulu (İLEDAK) diye bir Kurul oluştu. Baskı olmasın diye biz o Kurula rektör, rektör yardımcısı alamıyoruz, yönetici alamıyoruz. Her şeyiyle çok eşit kuralları var. Taviz vermeyeceğimi bildiklerinden dolayı şuan beni hiçbir yerden bırakmıyorlar. İşi sağlam şekilde kurduktan sonra gençlere teslim edeceğiz. İki senelik hazırlıktan sonra işleri bu aşamaya getirdik.
Yeniçağ: Siz Yeditepe Üniversitesi ve Yeni Yüzyıl Üniversitesinin kuruluşuna yakından katkıda bulunmusunuz. Gördüğümüz kadarıyla şuanki akreditasyon çalışmalarına üniversite eğitiminde teoriyle uygulamayı daha senkron hale getirmek için ağırlık veriyorsunuz. Bu konuda neler söylemek isterdiniz?
Aysel Aziz: Zaten şimdi ben de ona gelecektim. Biliyorsunuz, Türkiye’de iletişim eğitimi gazetecilik, halkla ilişkiler, radyo-televizyon bölümleriyle yola çıkmıştı, zaman içinde bunlara başkaları da eklendi. 1965’ten sonra kurulan 6 fakültede bu 3 bölüm temeldi. Şimdiki fakültelerimizin hepsinde bu bölümler vardır. Şu anda iletişim fakültelerinde 20’nin üzerinde program var, biz onlardan yedisini denetime aldık. Görsel iletişim tasarımı, reklamcılık, iletişim bilimleri denetim alanımızda bulunacaktır. Özellikle iletişim bilimleri daha çok kuramsal olmasına rağmen orada da yaratıcılık için talepler vardır. Diğer 6 bölümde ise bir az evvel sizin de söylediğiniz gibi teorik-kuramsal olanların yanında aynı zamanda işin uygulamasını belirleyen ilkeler saptadık. 7 dalda 15-16 madde bulunmaktadır, Avrupa eğitim standartlarından aldığımız kriterleri de dahil ettik, ABD’den alındı, uluslararası alanda değişmez şeyler vardır. Öğrencilerin genel evrensel hukuk, ekonomi gibi evrensel kavramları bilmeleri lazım. İkincisi, bilgisayar teknolojisini bilecek. Üçüncüsü, asgari dil bilgisi olacaktır, azamisi de var ama asgariyi bilmesi gerekir. Bunlar temel olanlardır. Onun yanında araştırıcı olacak, gözlemci olacak, inisiyatifi ele alarak girişimci olacak, sosyal medyayı kullana bilecek. Her alana özgü bi takım kurallar koymuşuz. Önce genel kültür, sonra o alana özgü bilgi ve uygulamalı bilgi, beceri, yetenek. Bunların ölçüleceği standartlar geliştirdik. Yeni medyayı da dahil etmişiz, şu anda elimizde 7 bölümü kapsayan standartlar mevcuttur. Bunu daha da detaylandırdığımızda 15-20’ye kadar çıkıyor. Bu standartları hazırlamak için bütün üniversitelerden seçtiğimiz 15 kişilik ekiple 9 ay çalıştık. Şu anda benim 2 şapkam vardır: hem dekan ve hem de akreditasyon belgesi almak için yürütülen çalışmaların başında bulunan bir kişiyim. Bu iş ortaya çıktıktan sonra ben “Bu kadar yeter, birisinden birisi yeter, artık ben şu işte yokum” diyeceğim. Şu anda bırakırsam, bu işin kalacağını diyorlar. Olumlu sonucu aldıktan sonra muhakkak ki, herkes talepkar olacaktır. Çünkü artık prestijli bir yer haline gelecektir. Şu anda Türkiye’de akreditasyon yapmak zorunlu değildir, fakat çalışmalarımız tamamlanınca zorunlu hale gelecektir. O zaman YÖK’ün kitapçığında “Bu bölüm akredite edilmiştir” diye bir cümle yer alacaktır. Bu, çok önemli, rekabeti doğuracaktır. Veliler, öğrenciler, hatta hocalar bile bakarken “Akredite edilmiş bir fakülteye niye gitmeyelim?” diyecekler. ÖSYM kitapçığında akredite olmuş kurumlarla ilgili notlar görebilirsiniz. Ayrıca gazetelerdeki üniversite ilanlarında “Şu bölümümüz akredite edilmiştir” diye de yazılıyor. Bu, büyük bir prestijdir.
Yeniçağ: 1990’ların başlarından itibaren Türkiye’de özel televizyonculuğun gelişmesi profesyonelliğe ilişkin bir dizi sıkıntıyı da gözler önüne sermiş, sıkıntılar giderilmek yerine daha da derinleşmişti. Çalışmalarınız profesyonelliğe ilişkin sıkıntıların giderilmesinde hangi öneme sahip olacaktır?
Aysel Aziz: 1965 yılında Ankara’da UNESCO’un desteğiyle kurulan Basın-yayın Yüksek Okulunda televizyon stüdyosu yoktu, o zaman Türkiye’de de televizyon yoktu. Ama 35’lik ve 16’lık devasa kameralar vardı. Ben Basın-yayın Yüksek okulunda göreve başladığımda şaşırmıştım, sanki Yeşilçam’daki film stüdyosundasınız. Ama biz onları çalıştaramadık, çünkü film almaya para yoktu. Türkiye’de iletişim alanında eğitimin önünün açılmasında Ak Partinin önemli rolü oldu. O zamandan beri ne kadar süre geçti ama Mimar Sinan Üniversitesi’nin hala bir televizyon stüdyosu yoktur, bu, acıdır. Çok yerde radyo-tv yoktur. İletişim eğitimi teknolojiye ayak uyduramadı. Öğrenciler mezun olup kanallara gidince uygulamalarda sıkıntılar yaşanıyor. TV yöneticileri bize diyorlar ki, uygulamaları bilen elemanları bize gönderin. Ama üniversitelerde yeterli teknoloji donanımı olmayınca onları nasıl yetiştireceksiniz? O nedenle bizim dengeli gitmemiz lazım. Zaten Bologna süreci de herhangi eğtim dalında önce genel kültürü alıyor. Hele bizim iletişim alanında genel kültür çok önemlidir. Gazetecinin, yayıncının, halkla ilişkiler uzmanının öncelikle toplumsal yapıyı bilmesi gerekiyor. Ülkenin hukukunun yanısıra uluslararası hukuku bilmesi lazım, ekonomiyi, siyaseti bilmesi lazım, devlet kurumlarını bilmesi lazım. Biz kameraman yetiştirmiyoruz, 3 aylık kursta kameraman yetişebilir. Biz kamuoyu oluşturacak bireyler yetiştirmek istiyoruz. Nasıl yetiştireceğiz? Öncelikle dili iyi olacak, onun yanında yabancı dil bilmesi lazım. Yüzde 60 genel kültür, yüzde 90 mesleki kuram bilgileri, yüzde 60 uygulama bilgileri. Bizim mesleğin ana kuralı bundan ibarettir.