Boraltan Köprüsü faciası esnasında askerlik görevini yapan 98 yaşındaki Bekir Doğan, 1945 yılında Azerbaycanlıların Sovyet askerlerince katledilişine dair, “Rusların ellerine geçtikten sonra biz uzaktan bakıyoruz, öyle bir muamele ki hayvana yapılmayacak bir muamele. Haksız, insafsız, vicdansız bir muamele… Hepsini sıraya dizdiler makineli tüfekle taradılar. Mısır sapı gibi hepsi yere yığıldı.” dedi.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Doğan, 1945’teki Boraltan Köprüsü faciasında, Türkiye’ye sığınan 145 Azerbaycan Türkü’nün Sovyetler Birliği’ne iadesinin ardından sınırın karşı tarafında kurşuna dizilerek katledilmesi olayını anlattı.
Gaziantep’te köyde yaşadığı dönemde, 1944’te askere alındığını belirten Doğan, “Harman yerinde oynarken, geldiler ve yoklama yaptırmadığım için doğrudan askere sevk ettiler. Vilayete getirdiler, orada caminin avlusunda birkaç gün kaldık. Oradan bizi trene bindirdiler, sevk ettiler. O dönemde tertip yoktu, doğuma göre askerler toptan alınıyordu. Malatya üzerinden bizi Kars’a götürdüler. Gaziantep sıcak iklim, Kars soğuk, 9. aylardaydık, karın içine gömüldük. 9. ayın 17’sinde kar üzerimize çöktü.” diye konuştu.
Doğan, askerliği süresince çok zor şartlarda yaşadıklarını dile getirerek, “Çöp kaplarından ekmek kırığı topluyordu askerler. 1944-1945 benim bu anlattıklarım. Allah o günleri bu millete göstermesin. Bu millet daima payidar olsun. 12 kişi bir karavanadan yemek yerdik. Kaşık çatal zaten yok.” dedi.
Bekir Doğan, daha sonra çavuş olarak görevlendirildiğini aktararak, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Üsteğmenimiz beni çağırdı. ‘Evladım bize verilen mühim bir görev var.’ dedi. Biz köylü çocuğuyuz, hiçbir tahsilimiz de yok. Bir emir. Mezalimden kaçan, gece ormanlarda, fundalıklarda saklanarak Türkiye’ye sığınanları bizim önümüze kattılar. Ne yapacağız? Horasan, Sarıkamış’tan gittik. Köprüköyü’nde bir gece kaldık. Horasan’da da bir gece kaldık. Kalabalık, yatak yoktu.”
Azerbaycanlı Türklerin hallerinin iç acıtıcı olduğunu vurgulayan Doğan, kısa zamanda yürümeleri gereken mesafeyi günlerce yürüdüklerini söyledi.
Doğan, yolun sonunda neyle karşılaşacaklarını kimsenin bilmediğini belirterek, buna rağmen herkesin içinde kötü bir his olduğunu anlattı.
Azerbaycanlıların kendilerine sık sık “Biz davar sürüsü müyüz, bizi nereye götürüyorsunuz, Allah’tan korkmuyor musunuz, sizde vicdan yok mu?” diye seslendiğini dile getiren Doğan, “Boraltan denilen yere geldik. Uzun bir tahta köprü. O zaman öyle hatırlıyorum. Bizim haberimiz yok. Üsteğmenimiz çok kıymetli bir subaydı. O da ağlaya ağlaya onlarla konuşuyordu. Üsteğmen konuyla alakalı tekrar tekrar telgraf çekti. Komutanımız bu olaydan sonra silahını çekip intihar etti. Biz neden intihar ettiğini bilemedik. Bizim haberimiz yok, askeriz. Hem de çocuğuz. Aklımız başımızda oturaklı da değil. Göreve gidiyoruz, bir amaç var ama neyin nesi olduğunu bilmiyoruz.” diye konuştu.
– “Bırakın dağılalım, ormanlara gidelim varsın bizi kurt yesin”
Doğan, Azerbaycanlıların Sovyetlere teslim edileceklerini anladıklarında sitem ettiklerini belirterek, şunları aktardı:
“Onların feryadı, figanı, çığlığı… ‘Sizde insaf, merhamet yok mu? Sizde Allah korkusu yok mu? Müslüman Müslüman’a bunu yapar mı, siz Türk değil misiniz? Türk olduğumuz için size sığındık, gölgenize geldik, bizi nasıl teslim edersiniz?’ dediler. Katı, çok katı, istenmeyen, hiçbir dine ve ahlaka sığmayan, yakışmayan… Bir Türk, bir Türk’ü götürüp ölüme teslim edemez. ‘Bırakın dağılalım, ormanlara gidelim varsın bizi kurt yesin. Türkiye’de ölmek istiyoruz. Onun için türlü meşakkatlere katlandık.’ diyorlardı.”
– “Alnımız yerde, gözümüzde yaş, onların üzerimizdeki manevi etkileri bizi küçülttükçe küçülttü”
Bekir Doğan, Azerbaycanlıları gören Rusların sevinç naraları attığını anlatarak, orada yaşananları şöyle anlattı:
“Biz bunları köprüden teker teker isimleri okunarak teslim ettik. Sürüye sürüye köprüden geçirildiler. Allah kimseye öyle bir manzarayı görmeyi nasip etmesin. Zaten elimizden alıp götürdüler. Karşıya geçince ‘Hoş geldiniz.’ demiyorlar. Ellerinde ne varsa süngü mü tüfek mi, vurduğu zaman ‘Allah’ diye bağırıyorlardı. Keşke gitmeseydim, görmeseydim, bilmeseydim. Alnımız yerde, gözümüzde yaş, onların üzerimizdeki manevi etkiler bizi küçülttükçe küçülttü. ‘Keşke biz de gidip ölseydik.’ dedik. Rusların ellerine geçtikten sonra biz uzaktan bakıyoruz, öyle bir muamele ki hayvana yapılmayacak bir muamele. Haksız, insafsız, vicdansız bir muamele… Hepsini sıraya dizdiler makineli tüfekle taradılar. Mısır sapı gibi hepsi yere yığıldı.”
www.yenicag.info