"Rejimin verdiği kayıplar, sadece bir başlangıç" - Cumhurbaşkanı Erdoğan

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahar Kalkanı Harekatı ile ilgili, Suriye’de şu ana kadar rejimin verdiği insan ve araç-gereç kayıplarının sadece bir başlangıç olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hacı Bayram Veli Üniversitesi Kongre Merkezi’nde AK Parti İl Danışma Meclisi Toplantısı’nda konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:

“Sözlerime, ülkemizin bağımsızlığı, milletimizin birliği, vatanımızın bütünlüğü, bayrağımızın gururla dalgalanması, ezanlarımızın ilanihaye semalarımızda yankılanması için toprağa verdiğimiz tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet dileyerek başlamak istiyorum.

İdlib’te bugüne kadar verdiğimiz şehitlerimizin Rabbim şehadetlerini mübarek, şehitlik mertebelerini ali eylesin diyorum. Şehit yakınlarımızın ve milletimin başı sağ olsun. Hamdolsun, bir gül bahçesine girercesine toprağa düşen hiçbir şehidimizin kanını yerde bırakmadık, mücadelesini akamete uğratmadık.

İdlib’teki operasyonlarımızı, meselenin sağduyu ve sulh yoluyla çözülmesini arzu ettiğimiz için sınırlı şekilde sürdürüyorduk. Bu amaçla diplomasi kanallarını son ana kadar etkin bir şekilde işletmek için çalıştık, çabaladık. Meselenin ülkemiz açısından taşıdığı önemi, bu uğurda neleri göze aldığımızı muhataplarımıza her seviyede tekrar tekrar ifade ettik. Ancak bizim bu hüsnü niyetimizin yanlış anlaşıldığını gördük.

Bunun üzerine operasyonlarımızı, 34 askerimizi şehit verdiğimiz 27 Şubat tarihi itibariyle rejimin tüm unsurlarını hedef alacak şekilde kapsamlı hale getirdik. Bu operasyona da “Bahar Kalkanı Harekatı” adını verdik. Daha önce Fırat Kalkanı Harekatıyla, Zeytin Dalı Harekatıyla, Barış Pınarı Harekatıyla neyi amaçlıyorsak, bu harekatla da aynı gayeyi güdüyoruz.

Sınırlarımızın terör örgütleri ve gözünü ülkemizin topraklarına dikmiş zalim bir rejim tarafından kuşatılmasına, milyonlarca sığınmacının yükünün kalıcı bir şekilde üzerimize yıkılmasına izin vermemekte bundan böyle kararlıyız. Daha İdlib şehitlerimizin cenazelerini kaldırmadan, rejime tarihinin en ağır kayıplarını verdirerek “bismillah” dedik. Şu an itibarıyla 135 tank, 22 zırhlı araç, 45 top, 44, ÇNRA, 5 hava savunma rampası, 12 tanksavar, 4 havan, 2 İHA, 8 helikopter, 49 çeşitli araç, 7 mühimmat rampası, 24 zırhlı araç, 9 mühimmat depo binası, 2 uçak, 2 füze rampası ve 2557 rejime ait asker etkisiz hale getirildi.

Bizim kan dökülmemesi, can yanmaması, acı yaşanmaması konusundaki hassasiyetimizi zafiyet veya çekingenlik olarak görenlere, gerçek gücümüzü göstermeye daha yeni başlıyoruz. Şu ana kadar rejimin verdiği insan ve araç-gereç kayıpları, sadece bir başlangıçtır.

Ülkemizi, etrafta çokça var olan “adı var kendi yok” devletçiklerden biri sananlar olduğu anlaşılıyor. Biz bu gafillere, Türkiye’nin gerektiğinde “baş veren ama baş eğmeyen” büyük bir devlet olduğunu gösteriyoruz.

İşlerin bu noktaya gelmiş olmasından dolayı gerçekten üzüntülüyüz. Bunun müsebbibi, arkalarına aldıkları güçlerin gölgesini kendi cüsseleri sanarak bize meydan okuyanlardır. Her biri canımızdan birer parça olan askerlerimizin hayatına kast edenleri yerle yeksan etmek boynumuzun borcudur.

Yaşananlardan ibret almayanların bizi hala gözlem noktalarımıza saldırmakla tehdit etmeleri, akıllarının başlarına gelmediğine işaret ediyor. Şayet bir an önce Türkiye’nin belirlediği sınırların dışına çıkmazlarsa, bir süre sonra omuzlarının üzerinde o başlar da kalmayacak.

Rusya’ya ve İran’a bir kez daha sesleniyorum. Suriye’de bizim sizinle herhangi bir derdimiz yok. Türkiye’nin Suriye’deki mücadelesi, ne toprak kazanma ne stratejik veya mezhebi üs edinme gayretidir. Biz Suriye’de, hem bu ülkeden kaçarak ülkemize yönelen milyonlarca kişinin yol açtığı insani krizi çözme, hem de topraklarımızın güvenliğini sağlama mücadelesi yürütüyoruz. Her iki mesele de bizim için hayati öneme haizdir.

Topraklarında 3,7 milyon, sınırları dibinde 1 milyonu aşkın kişiyi barındıran ne İran’dır ne Rusya’dır ne de diğer ülkelerdir. Bu yükü tam 9 yıldır tek başına biz üstleniyoruz, Türkiye üstleniyor. ‘Kapıları kapatın’ diyorlar. O iş bitti, şimdi Batı hesap verecek. Gaz bombası, gerçek bombayla yıldırmaya çalışanlar hesap vermek zorunda. Batının, sadece göçmen korkusuyla söyledikleri süslü sözler, gerçek hayatta somut karşılık bulmuyor. Biz yıllarca, “Suriye’de güvenli bölgeler oluşturalım, rejimden kaçan insanları burada iskan edelim” çağrısı yaptık.

Bu çağrımıza hiçbir Avrupa ülkesi somut destek vermedi, katkıya yanaşmadı. Sınırlarımızı açtığımız saatten beri Avrupa’ya yönelenlerin sayısı 100 bini aştı. Bu sayı yakında milyonlu rakamlarla ifade edilecek.

Şimdi hepsi de sınırlarımızı açtığımız için feryat ediyorlar. Ya bu insanları kendi topraklarında onurlu bir hayata kavuşturacağız, ya da herkes bu yükten payına düşeni alacak. Artık tek taraflı fedakarlık dönemi bitti.

Lafa gelince ülkemize destek beyanında bulunan diğer kimi devletlerin de, aslında kıllarını bile kıpırdatmadan gelişmeleri takip ettiklerini biliyoruz. Güya uluslararası düzeyde barışı, huzuru, güvenliği tesis için kurulmuş yapılar da, toplantı yapmak, bildiri yayınlamak, kınamak dışında, sadra şifa hiçbir işe yaramıyorlar. Türkiye, mücadelesini herhangi bir ülkeye veya kuruma güvenerek değil, kendi yüreğine, kendi bileğine, kendi insanına, kendi imkânlarına dayanarak yürütmektedir.

Ne diyor şair: “Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya rabbi. Senin uğrunda ölen ordu, budur ya rabbi. Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın, galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”

Evet… Bu kopan fırtına bizim ordumuzdur. Gerisinde Allah’ın desteği, yüz milyonlarca dostumuzun duası, milletimizin yüreği olan bu fırtınanın nelere kadir olduğunu herkes görüyor, görecek.

Üstelik Türkiye şu ana kadar, Suriye’de ne Rusya’yı, ne İran’ı doğrudan hedef almamıştır, almayacaktır. Harekatımızla sadece askerlerimizin kanını döken rejim unsurlarını imha ediyoruz. Bu hassasiyetimize de saygı gösterilmesini bekliyoruz.

Türkiye, her meselesini olduğu gibi, Suriye’deki sorunu da kendi imkanlarıyla çözecek iradeye ve kapasiteye sahiptir. Böyle günler, aynı zamanda gerçek dostların ve sinsi düşmanların ayırt edildiği dönemlerdir. Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler, bu ayrımı daha da netleştirecektir.

Burada önemli bir hususun altını daha çizmek istiyorum. Bu mücadele bizim şahsi tercihimizle değil, milletimizin topyekûn iradesiyle yürütülmektedir. Suriye’de oynanan oyunu milletimizle birlikte gördük, teşhis ettik ve karşı hamlemizi yaptık.

Bu millet, 15 Temmuz’da niye sokağa çıkmışsa, bugün de Türkiye aynı sebeple Suriye’dedir. Bu millet, PKK’nın ve DEAŞ’ın saldırılarına karşı nasıl göğsünü siper etmişse, bugün de Türkiye aynı sebeple İdlib’tedir, Suriye’nin diğer bölgelerindedir.

Türkiye için Ege’deki haklarını korumakla, Libya’da başlattığımız inisiyatifle Akdeniz’deki haklarımızı müdafaa etmek arasında hiçbir fark yoktur. Ekonomik tuzaklara karşı verdiğimiz mücadeleyle, sınırlarımızı terör koridoruyla kuşatma girişimlerine karşı verdiğimiz mücadele aynıdır.

Suriye meselesinde, milletimizin birlik ve beraberliğini bozmak, ülkemizin mücadelesine zarar vermek, düşmanlarımızı sevindirmek için aleni veya örtük şekilde yürütülen faaliyetleri sizler de takip ediyorsunuz. Kimsenin “Suriye’de Rusya’nın ne işi var, Amerika’nın ne işi var, İran’ın ne işi var, Fransa’nın ne işi var” dediğini duydunuz mu? Duymadık.

Birileri dönüp dolaşıp “Suriye’de ne işimiz var” teranesini tekrarlarken, şehitlerimizden biri, “sizden ricam sakın Suriye’de ne işimiz var diyenlerden olmayın, gittim gördüm, tam da olmamız gereken yerdeyiz” mesajı veriyor.

Meydanı, zahirde şehitler için üzülüyor gibi gözüküp, ağzını açtığında şehadet kavramına ve şehitlerimizin aziz hatıralarına hürmetsizlik yapan gafillere bırakmayız, bırakamayız.

Bu ülkede maalesef, “Hayatta hiçbir laftan tiksinmedim, ‘şehitler ölmez vatan bölünmez’den tiksindiğim kadar” diyebilecek derecede alçalabilen ve maalesef şu anda CHP milletvekili sıfatıyla Meclis’te yer alabilen kişiler var.

Aynı kişi, “Bugün Suriye’ye savaş açsak banko Esad’ı tutarım” diyerek, ülkemizin yürüttüğü mücadeledeki safını yıllarca önce belli etmişti. “Esed ülkesini savunuyor” diyebilecek bir noktaya savrulan CHP Genel Başkanının “Söz veriyorum, biz gelirsek şehitler tepesi boş kalacak” ifadesi de, bu zihniyetin bir yansımasıdır.

Bu kişinin şehitlik kavramı ve şehitler tepesinin ne anlama geldiğini bilmediğini görüyorum. Çünkü bilmeden söylüyorsa, en fazla cehaletini sergilemiş olur. Fakat şehitliğin ne olduğunu, şehitler tepesinin neyi ifade ettiğini bilerek bu sözü söylüyorsa, ortada gerçekten vahim bir durum var demektir. Bilindiği gibi, şehit kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de, kimi yerde şahit, kimi yerde esma-i hüsnadan biri, kimi yerde örnek kişi anlamlarında tam 56 defa geçer. Üç ayette ise doğrudan doğruya Allah yolunda canını feda edenleri tarif etmek üzere şüheda ifadesi yer alır.

Bakara Suresinin 54’üncü ayetinde yer alan “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin, zira onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz” emri ilahi, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde şehadetin anlamını bizlere gösteriyor.

Bu konuda Peygamber Efendimizin hadislerinde, şehidin bütün günahlarının affedileceği, kabir azabı çekmeyeceği, cennetteki makamını göreceği, cennete ilk girenlerden olacağı gibi müjdeler de vardır.

Ülkemizin ve milletimizin bağımsızlığı, onuru, güvenliği, geleceği için mücadele ederken hayatını kaybeden herkes, özellikle de cephede son nefesini veren herkes şehittir.

Bizim, dar-ı bekaya uğurladığımız askerimizin, polisimizin, jandarmamızın ve diğer kamu görevlilerimizin şüheda makamına yükseldikleri konusunda en küçük bir şüphemiz yoktur.

Tabii, 15 Temmuz’da milletimiz sokaklarda şehit olurken, darbecilerin açtığı yoldan gittiği bir evde kahvesini yudumlayıp televizyon seyreden birine bunları anlatmak elbette zordur. Bay Kemal, sen kendi partinin geçmişini dahi bilmiyorsun. İkide bir bu partinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyorsun. Şimdi sana sesleniyorum: Gazi Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale ne diyordu? “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyordu. Ama sen şehadeti bilmezsin, sen şehitliği bilmezsin. Bunu anlaman da mümkün değil. Çünkü sende o iman, o inanç yok.

Rahmetli Arif Nihat Asya’nın “Bir bayrak rüzgâr bekliyor” şiirinde ifade ettiği duyguları kalbinde hissetmeyen birine, şehitler tepesinin niçin boş kalmayacağını anlatmak da mümkün değildir. Şimdi burada, bu anlamlı şiiri bir kez daha tekrarlayalım ki, nasır tutmuş yürekler titresin, milletimizin kalbi ferahlasın, şehitlerimizin ruhları şad olsun.

“Şehitler tepesi boş değil, biri var bekliyor. Ve bir göğüs, nefes almak için; rüzgâr bekliyor. Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; yattığı toprak belli, tuttuğu bayrak belli, kim demiş meçhul asker diye? Destanını yapmış, kasideye kanmış. Bir el ki; ahretten uzanmış, edeple gelip birer birer öpsün diye fâniler! Öpelim temizse dudaklarımız, fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız. Rüzgârını kesmesin gövdeler sesinden yüksek çıkmasın nutuklar, kasîdeler. Geri gitsin alkışlar geri, geri gitsin ellerin yapma çiçekleri! Ona oğullardan, analardan dilekler yeter, yazın sarı, kışın beyaz çiçekler yeter! söyledi söyleyenler demin, gel süngülü yiğit alkışlasınlar şimdi sen söyle, söz senin. Şehitler tepesi boş değil, toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için; rüzgâr bekliyor! Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin; türbesi yakışmış bu kutlu tepeye yattığı toprak belli, tuttuğu bayrak belli, kim demiş meçhul asker diye? …”

Evet… Bize düşen görev, tuttuğu bayrak belli olmayan, bastığı toprağı kirleten, kimin kılıcını çaldığını hepimizin gördüğü, şehadet nedir, şehit kimdir bilmeyenlerin gerçek yüzlerini milletimize anlatmaktır.

Bunlara verilecek en güzel cevabın, devlet ve millet olarak, tüm gücümüz ve imkânlarımızla yürüttüğümüz mücadeleyi zafere ulaştırmak olduğunu biliyoruz.

Ülkemize göz diken DEAŞ’ı, PKK’yı, FETÖ’yü ve diğer terör örgütlerini nasıl durdurduysak, zalim rejimi de aynı akıbete uğratacağız. Bunun için hep birlikte gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.

Ankara İl Teşkilatımız, ülkemizin ve partimizin tüm zorlu mücadelelerinde güçlü bir şekilde yanımızda yer alarak, vefasını ve cesaretini ortaya koymuş bir teşkilattır. Özellikle 15 Temmuz’da, milletimizle birlikte Ankara’da yazdığınız destan, sizi aynı zaman da gazi bir teşkilat yapmıştır. Rabbime, bana sizler gibi dava arkadaşları verdiği için ne kadar hamd etsem azdır. Türkiye’nin ikinci büyük şehri ve başkenti olan Ankara’yı ne kadar sağlam tutarsak, diğer şehirlerimizde o derece rahat oluruz. Bunun için sizlerden çok daha fazla gayret göstermenizi istiyorum. Ve üye kaydında da sizlerden çok daha fazla kayıt bekliyorum.

Sözlerimi, Fetih Suresinin ilk 4 ayetinin Türkçe meali ile bitirmek istiyorum:

“Bismillahirrahmanirrahim;

Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana şanlı bir zaferle yardım etsin. O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Sözlerimi, Fetih Suresinin ilk 4 ayetinin Türkçe meali ile bitirmek istiyorum:

“Bismillahirrahmanirrahim;

Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana şanlı bir zaferle yardım etsin. O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Rabbim kahraman ordumuzu muzaffer eylesin, ülkemize güç versin, milletimizi korusun diyorum. Bu duygularla sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Şehitlerimizi rahmetle, minnetle, şükranla tekrar yâd ediyorum. Gazilerimize Mevla’dan sağlık ve afiyet diliyorum. Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun. Kalın sağlıcakla…”

www.yenicag.info

683