Türkiye Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin genel merkezinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’na katılarak konuşma yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:
“Ülkemizin içinde ve dışında önemli gelişmeler yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Suriye’de sınırlarımız boyunca kurulan terör koridoru tuzağını, hamdolsun bozduk. Son olarak Barış Pınarı Harekatıyla, Resualyn ve Telabyad arasındaki hattı da güvenli hale getirdik. Böylece Suriye içinde terörden arındırdığımız toplam alanı 8 bin 200 kilometrekareye çıkardık.
Tabii bu süreçte bölgede müzakere yürüttüğümüz ülkelerin bize verdikleri sözler vardı. Terör örgütünün tüm sınır hattı boyunca 30 kilometre derinliğin dışına çıkartılması taahhütlerinin yerine getirilmediğini görüyoruz. Aynı şekilde 30 kilometrelik hattın dışından da zaman zaman bölgemize yönelik tacizler sürüyor.
Bölücü terör örgütü sivilleri hedef alan kanlı eylemleriyle, bölgeye barış ve istikrarın gelmesini engelliyor. Türkiye olarak bölgede inşa etmeyi planladığımız yerleşim alanlarına başlayabilmemiz için, öncelikle güvenliği ve huzuru sağlamamız gerekiyor. Bu doğrultuda gereken her adımı atmakta kararlıyız.
Diğer yandan, İdlib tarafındaki durum ise çok daha endişe vericidir. Rejimin saldırıları ve tacizleri, bölgede kalıcı bir ateşkesi mümkün kılmıyor. Bu saldırılardan kaçan yüz bine yakın kişi sınırımıza doğru harekete geçti. Biz, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyaya, yeni bir sığınmacı dalgasına tahammülümüzün olmadığını açıkça söyledik. Şayet Türkiye’nin İdlib’deki çabalarına gereken destek verilmezse, ortaya çıkacak sonuçların bedelini herkes ödeyecektir.
4 milyona yakın insanın yaşadığı İdlib’de sükunetin sağlanması için Avrupa ülkelerinin de elini taşın alına koyması gerekiyor.
Bir başka önemli faaliyet alanımız, Kıbrıs açıklarındaki petrol ve doğalgaz arama konusudur. Halen 2 sismik araştırma ve 2 sondaj gemisi ile bölgede faaliyet yürütüyoruz. Ülkemizin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan kardeşlerimizin hakkını, hukukunu korumak için gereken her şeyi yapmakta kararlıyız.
Biliyorsunuz, Türkiye’nin Kıbrıs’taki petrol ve doğalgaz arama çalışmaları başladığında, CHP buna da karşı çıktı. CHP’li bir milletvekili, bununla ilgili Meclise bir soru önergesi verip, “bir kova bile petrol çıkmadı” diyerek adeta kin kustu. Halbuki bu tür çalışmaların sabırla yürütülmesi gerekiyor.
Ana muhalefetin bu tavrı, Yunan medyasına bolca malzeme verdi. Türkiye’de hemen her şeyin yerlisini ve millisini yaptık, sadece ana muhalefet konusunda bunu başaramadık. İnşallah milletimizle birlikte onu da başaracağız.
Türkiye’nin tabii bir medeniyet ve tarih havzası bulunuyor. Bu havza oldukça da geniştir. Akdeniz ve Kuzey Afrika, bu havzanın en önemli parçalarından biridir. Bu bakımdan Libya’daki her gelişme bizi yakından ilgilendiriyor. Libya bize, hem Osmanlının, hem de şerefli bir Osmanlı subayı olarak burada önemli hizmetler ifa eden Gazi Mustafa Kemal’in yadigarıdır.
Gazi Mustafa Kemal, 1911 yılında Trablus, Bingazi ve Derne’de, Libyalı kardeşlerimizi işgalci güçlere karşı teşkilatlandırmış ve onlarla birlikte savaşmıştır. Hatta, Derne’deki çatışmalarda gözünden yaralanmış ve bunun izini ömür boyu şanla taşımıştır. Haberin Bay Kemal?
Kuzey Afrika’nın tamamı gibi Libya’da da ülkemizle yakın bağları olan milyonlarca kardeşimiz bulunuyor. Yönetimler arasındaki ilişkiler ne olursa olsun, halklarımız birbirlerine daima muhabbet beslemiştir. Şu andaki Cumhurbaşkanı bile yine akrabalarının burada olduğu bir Cumhurbaşkanıdır. Aradaki bağların ne denli sıkı olduğu ortada.
Kardeş Libya halkının bir süredir yaşadığı sıkıntıları yakından takip ediyoruz. Ülkenin meşru hükümetine karşı darbeci bir general tarafından başlatılan saldırılara, en başından beri karşı çıktık. Çeşitli Avrupa ve Arap ülkeleri tarafından desteklenen darbeci generale karşı mücadele yürüten Trablus yönetimine her türlü desteği verdik ve vereceğiz. Üstelik Libya bizim, ülkelerimizin deniz yetki alanlarının çakışması sebebiyle, denizden de komşumuzdur. Dolayısıyla Libya ile çok yönlü ilişkilere sahibiz.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce başlattığımız, 2012’de ilk adımlarını attığımız çalışmaları nihayet 27 Kasım’da imzaladığımız bir mutabakatla neticelendirdik. Merhum Kaddafi’nin döneminde, başbakanlığımda da bu adımları atmıştık ve bu işi neticelendiremedik. Bu işin mazisi oralara kadar dayanıyor. Şimdi ise meydanı boş buldular, esip sallıyorlar. Ne yaparsanız yapın ya biz imzaları attık, işi bitirdik. ‘Libya’ya asker gönderecek misiniz’ diyorlar. Biz davet edildiğimiz yere gideriz, şu anda böyle bir davet var icabet ederiz. Hem deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, hem de güvenlik ve askeri işbirliği mutabakatı ile Libyalı kardeşlerimize verdiğimiz desteği bir kez daha teyit ettik.
Türkiye ve Libya tarafında tüm onay süreçleri tamamlanan bu mutabakat resmen yürürlüğe girmiştir. Türkiye’nin ve Libya’nın birbirlerini gören deniz kıyıları temel alınarak hazırlanan deniz yetki alanlarıyla ilgili haritamızı Birleşmiş Milletler nezdinde de kayda geçirdik.
Bizim bu anlaşma ile amacımız, Akdeniz’de kimsenin hakkını, hukukunu gasp etmek değil, tam tersine hakkımızın gasp edilmesine engel olmaktır. Çünkü, şayet biz bu adımı atmamış olsaydık, Akdeniz’de Türkiye’yi kendi kara sahillerine hapsedecek bir oyun tezgahlanıyordu. Bizi adeta denize olta atamaz hale getirecek bu oyunlara elbette seyirci kalamazdık. Üstelik attığımız adım, uluslararası hukuka ve dünyanın diğer yerlerindeki benzer tasarruflara tamamen uygundur.
Güvenlik ve askeri işbirliği muhtırasına dayalı olarak, inşallah, Meclis açılır açılmaz ilk iş, asker gönderme tezkeresini Meclisimize sunacağız.
Meclisimizin de onaylamasıyla, Libya’daki meşru yönetime çok daha etkin bir şekilde destek verme imkanına kavuşacağız. Darbeci generale savaş uçağından tanka ve paralı askere kadar her türlü desteği sağlayanlar, ülkemizin bu adımına karşı çıkıyor. Halbuki onlar bir savaş baronuna yardım ediyor, biz ülkenin meşru hükümetinin yanında yer alıyoruz.
Gerçi bunlar Mısır’da da ülkenin meşru hükümeti yerine darbeciyi desteklemişlerdi. İnşallah Libya’da aynı ilkesizliği, aynı demokrasi ve hukuk düşmanlığını tekrarlamalarına izin vermeyeceğiz.
Bu çerçevede dün Tunus’a bir ziyaretimiz oldu. Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Kays Said’e bu seviyedeki ilk ziyareti biz yapmış olduk. Baş başa ve heyetler halinde görüşmeler gerçekleştirdik.
Kendisiyle, ülkemizle Tunus arasındaki diğer ilişkiler yanında, Libya meselesini enine boyuna konuştuk. Libya’nın istikrarı konusunda hemfikir olduğumuz Tunus’la, ülkedeki meşru hükümete siyasi destek vermek için işbirliği yapma kararını aldık.
1 Ocak 2020 tarihi itibarıyla Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğini üstlenecek Tunus’un kanaatleri ve tavrı bizim için çok değerlidir. Türkiye olarak, Tunus’un, Cezayir ve Katar ile birlikte Berlin Sürecine katılması konusunda ısrar ediyoruz.
Tunus’un, ülkedeki etkin aşiretleri ve bölge liderlerini bir araya getirerek, siyasi çözümü destekleme gayretini de olumlu buluyoruz ve bu konuda da teşviği desteği vermek için hazır olduğumuzu ilettik. Önümüzdeki dönemde bu ülkeyle her alanda çok daha derinlikli ve geniş işbirliği imkanları bulacağımıza inanıyorum.
Büyük devletlerin alamet-i farikalarından biri de, yüzlerce, binlerce yıl ayakta kalacak şekilde inşa edip insanlığın ortak mirasına kazandırdıkları büyük eserlerdir. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin, denizde ve karada, gerçekten hayranlık verici yapılarla, eserlerle karşılaşıyoruz. Türkiye, mirasçısı olduğu medeniyetlerden kalan eserlerle, bu konuda önemli bir birikime sahiptir. Özellikle İstanbul, bu bakımdan pırlanta kıymetinde bir şehirdir. Mimar Sinan başta olmak üzere, İstanbul’u abide eserlerle donatan ecdadı hürmetle yad ediyoruz.
Biz de, Büyükşehir Belediye Başkanlığımızdan başlatırsak, 25 yıldır yaptığımız hizmetlerle, İstanbul’a yeni eserler kazandırmanın gayreti içinde olduk. Ardından Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak bu hizmetleri 81 vilayetimize yaydık.
Geriye dönüp baktığımızda, hamdolsun, milletimizin hayır duasını alan pek çok hizmeti, eseri, projeyi ülkemize kazandırdığımızı görüyoruz. Bunun son örneklerinden biri, İstanbul Havalimanıdır.
Tam kapasiteyle Nisan’da hizmete giren havalimanımız, şu ana kadar 50 milyonun üzerinde yolcuya, en üst standartlarda hizmet verdi. Nitekim 50 milyonuncu yolcuyu, uğurlamak bize nasip oldu ve ABD’ye kendilerini aile olarak yolcu ettiğimiz kardeşlerimize, THY’nin hediyelerini de takdim etti. Şimdi birinci etabın kapasitesine kısa sürede ulaşacağımız anlaşılıyor. Bu durum bize 150 milyonluk ikinci kapasite hedefi için hazırlıklarımızı hızlandırmamız gerektiğini ifade ediyor.
Tabii biz yaptıklarımızı bir kenara bırakıyor, asıl yapacaklarımıza odaklanıyoruz. Türkiye’ye küçük düşünmek, küçük davranmak yakışmaz. Kanal İstanbul, işte böyle bir projedir. Öncelikle şu hususu belirtmek istiyorum. Bu, öyle akşam yatıp sabah kalktığımızda aklımıza gelen, anlık olarak ortaya çıkmış bir proje değildir.
Kanal İstanbul’un neredeyse Başbakanlığımdan öncesine dayanan bir geçmişi vardır. Biz bu projeyi seçim kampanyamızda milletimizin takdirine sunduk ve onayını aldık. Ardından bu proje adeta ilmik ilmik örülerek konuşulmuş, tartışılmış, çalışılmış, hazırlıkları yapılmış ve bugünkü noktaya gelmiştir.
Kanalın uzunluğu 45 kilometre, taban genişliği 275 metre, derinliği 21 metreye yakın olacaktır. Bünyesindeki 2 limanı, 1 yat limanı, lojistik merkezi, 7 köprüsü, 2 demiryolu ve 2 hafif raylı geçişi ile Kanal İstanbul, dünya çapında bir eser olacaktır.
İnşası sırasında 1,1 milyar metreküplük dolgunun yapılacağı, yaklaşık 10 bin kişinin istihdam projenin güzergahı da belirlenmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız, projenin 1/100.000’lik planını onayladı. Projeyle ilgili ÇED raporu tamamlandı ve askıya çıktı.
Küçükçekmece Gölünden başlayacak proje, Terkos Gölünün doğusundan Karadeniz’e ulaşacak bir hat boyunca inşa edilecektir.
Anayasa Mahkemesi, bu projenin yap-işlet-devret modeli kapsamına alınmasıyla ilgili düzenlemenin iptaline ilişkin malum çevrenin başvurusunu reddetmiştir. Bir başka ifadeyle bu projenin kararı verilmiş, süreci başlatılmış ve belirli bir aşamaya da gelinmiştir.
Kanal İstanbul’un proje ve inşa süreciyle ilgili hazırlıklarımız tamamlanmak üzeredir; inşallah yakında bununla ilgili ihaleye de çıkılacaktır. Bu büyük projeyi, devletimize ve milletimize herhangi bir yük getirmeden, yap-işlet-devret modeliyle tamamlayarak inşallah hizmete sunacağız.
Ülkeye ve millete hizmet etmek nasip işidir. Şayet nasibinizde böyle hayırlı bir işe vesile olmak yoksa, önünüze gelen fırsatları da tepersiniz. Biz İstanbul’a ve Türkiye’ye kazandırılacak tarihi bir eser olarak gördüğümüz Kanal İstanbul’a, herkes gibi muhalefetin de destek olmasından memnuniyet duyarız. Ama onlar ne yapıyor? Destek olmak bir yana, “Biz bunu yaptırmayız, yapanlara da parasını ödemeyiz” diyebilecek kadar akıl, mantık dışı bir yere savruluyorlar.
Bu, bırakınız devlet yönetimini ve siyaseti, çocukların kendi aralarında evcilik oynarken bile etmeyecekleri bir sözdür. Kumaşında azıcık devlet adamlığı, yönetici sorumluluğu, hukuk bilgisi, hak ve adalet anlayışı olan hiç kimsenin ağzından böyle bir söz çıkamaz.
Gerçi bunlar, gittikleri yerlerde ülkelerini şikayet edip, uluslararası yatırımcılara “Türkiye’ye gelmeyin” çağrısı yapabilecek kadar muvazeneyi yitirmiş bir zihniyetin mensuplarıdır. Onun için de iflah olmuyorlar, kendi bataklıklarında çırpınıp duruyorlar. Bunun da ötesinde, projeye niçin karşı çıktıklarının makul-mantıklı-bilimsel izahını da yapamıyorlar.
Öyle ya… Karşı çıkıyorsanız, hesabınızı, kitabınızı, alternatiflerinizi ortaya koyarsınız, bizi de, milleti de ikna ederseniz, mesele biter. Peki, bunların söylediği nedir? Kimi, “bunu hangi parayla yapacaksın” diyor. Halbuki projenin modeli yap-işlet-devret, yani finansmanı zaten kendi içinde… Kimi, “çevre ve deprem riski” diyor. Halbuki projenin hazırlıkları kapsamında, çevre ve deprem meselesi de dahil 56 kurumdan olumlu görüş alınmıştır. Kimi de, “gereksiz” diyor. Herhalde bu söz, CHP’nin klasik muhalefet zihniyetini en iyi yansıtan ifadedir. Çünkü CHP, tarihi boyunca ülkemizin her önemli projesine böyle diyerek karşı çıkmış, takoz koymaya çalışmıştır.
İstanbul’a Vatan Bulvarı açılırken, genişliğini eleştirerek, “buraya uçak mı indireceksiniz” diyorlardı. Aynı CHP, şimdiki 15 Temmuz Şehitler Köprüsünün inşaatına “bu köprüden mutlu azınlık geçecek” gerekçesiyle karşı çıktı. Acaba buradan CHP’ye oy veren kardeşlerim geçmedi mi? Biz bunu yaparken bunun ayrımını yapmıyoruz ki. Biz bunu tüm milletimize, tüm insanlığımıza yapıyoruz. İnşaat bittiğinde hükümet değişip de açılışını yapmak kendilerine nasip olunca, bu sefer pişkince “büyük eser” diyerek projeye sahip çıkmaktan da geri kalmadılar.
Geçmişte yerli ve milli uçak, yerli ve milli silah, yerli ve milli demiryolu, yerli ve milli araba projelerimizi akamete uğratan, hatta GAP projesine dahi karşı çıkan yine bunlardır.
CHP kafasının, Fatih Sultan Mehmet Köprüsünde, Yavuz Sultan Selim Köprüsünde, İstanbul-İzmir Otoyolunda, İstanbul Havalimanında ve diğer yüzlerce, binlerce projedeki tutumunu en iyi milletimiz biliyor.
Hamdolsun milletimiz Türkiye’yi bu “istemezükçü” zihniyetin eline bırakmadı, inşallah bundan sonra da bırakmayacak.
Kanal İstanbul’u, İstanbul Boğazındaki deniz trafiğinin bir alternatifi olarak planlıyoruz. Geçtiğimiz yıl İstanbul Boğazından 41 binin üzerinde gemi geçti. Yani günde 118 civarında gemi, bu su yolunu kullanarak Marmara ile Karadeniz arasında seyrüsefer yapıyor. İstanbul’un, böylesine yoğun bir deniz trafiğini kaldıramadığını, günün herhangi bir saatinde boğaza bakan herkes görebilir. Tabii gözleri olup görmeyenlere, kulakları olup duymayanlara, dilleri olup hakkı söyleyemeyenlere, bu gerçekleri kabul ve ikrar ettirmek pek mümkün değildir.
Sadece son 2 yılda boğazda büyüklü-küçüklü 41 gemi kazası yaşandı. Geçmişte boğazda yaşanan pek çok felaketi de unutmamalıyız. Sadece Independenta kazasının yol açtığı çevre felaketinin bedeli 40 milyar lira. Ve 7,5 ay bu gemi orada yandı. Kanal İstanbul’un ön çalışmalarındaki bütçesi 75 milyar lira civarındadır.
İstanbul’da, aşağı yukarı aynı trafiğe sahip Çanakkale Boğazına göre 4 kat daha fazla kaza yaşanıyor. Çünkü, gemi geçişleri yanında boğazın kendi iç trafiği de çok ama çok yoğundur.
İstanbul gibi, 15 milyon nüfusa ve fiilen belki 18 milyon insana ev sahipliği yapan dünyanın en büyük şehirlerinden birinde, karşımızdaki bu soruna çözüm bulmak, ülkenin yöneticileri olarak en başta gelen görevimizdir. Türkiye’nin bu projeden elde edeceği gelir, maliyetini kısa sürede çıkartacağı gibi, kalıcı bir finansman kaynağı haline de getirilecektir. Bu projeyle, artık iyice sıkışan İstanbul’a yeni nefes ve hayat alanları açıyoruz.
Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesiyle herhangi bir ilgisi de yoktur. Tamamen Türkiye’nin kendine ait bir su yolu olarak faaliyet gösterecek ve işletilecektir. Ülkemizin en değerli markası olan İstanbul, bu projeyle çok daha kıymetlenecektir. Tabii, bunun için önce ülkenizi ve şehrinizi, deruni bir aşkla, her türlü hesaptan ari bir muhabbetle sevmeniz gerekiyor.
Tamamen Türkiye’nin kendine ait bir su yolu olarak faaliyet gösterecek ve işletilecektir. Ülkemizin en değerli markası olan İstanbul, bu projeyle çok daha kıymetlenecektir. Tabii, bunun için önce ülkenizi ve şehrinizi, deruni bir aşkla, her türlü hesaptan ari bir muhabbetle sevmeniz gerekiyor. İnanın bunların İstanbul sevgisi diye bir dertleri yok. Nasıl olduysa işte İstanbul’da bir Büyükşehir Belediye Başkanlığını aldılar. Şimdi çıkmış İstanbul’a böyle bir Kanal İstanbul gereksiz. Ben bunun kararını sana değil, bunun kararını verme yetkisi bize aittir. Senin böyle bir karar verme yetkin de yoktur. Adımlarımızı attık, atıyoruz ve yola kararlı bir şekilde devam ediyoruz. Bu işi inşallah yapacağız.
Ne diyor üstad Necip Fazıl: “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; o benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; vatanım da vatanım… İstanbul, İstanbul… ”
Biz vatanımız İstanbul’a bu projeyi kazandırmakta kararlıyız. Projenin sahibi Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Kurumların görevi, devletin aldığı karara uygun şekilde kendi sorumluluk alanlarında üzerlerine düşeni yapmaktır. Görevini ihmal eden hesabını millete ve hukuka muhakkak verecektir. Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
TRT Haber
www.yenicag.info