Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde 35. İSEDAK Toplantısı Açılış Töreni’nde konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:
“İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın 35’inci Bakanlar Oturumunu açarken, hepinizi en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum. İSEDAK Başkanı sıfatıyla siz değerli misafirlerimize ülkemize hoş geldiniz diyorum.
Gönül coğrafyamızın farklı köşelerinden siz kardeşlerimi bir kez daha medeniyetlerin, kıtaların ve kültürlerin buluşma noktası İstanbul’umuzda ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Buradan sizlerin aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimize, dostlarımıza, büyük bir heyecanla toplantımızı takip eden mazlum ve mağdurlara, en derin muhabbetlerimi gönderiyorum.
Tam 566 senedir semalarını “Allah-ü Ekber” nidalarının süslediği bu güzel beldeden, şehirlerin anası Mekke’yi, Peygamber Efendimizin gelişiyle nurlanan, aydınlanan şehir Medine’yi selamlıyorum. Aşkıyla şairlerin gönül odunu harlayan, bugün ise işgal ve zulüm altında inleyen güzel Kudüs’ü selamlıyorum. On yıllardır canları pahasına Kudüs’ün ve Haremi Şerif’in serdarlığını yapan Filistinli yiğitlere özellikle selamlarımı gönderiyorum.
Bu vesileyle dün Arnavutluk’ta yaşanan depremde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Deprem haberini aldıktan sonra, dün gece Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’yı telefonla arayarak, geçmiş olsun dileklerimizi ilettim.
Kendisine, bu sıkıntılı anlarında ülkemizin her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu ifade ettim. Sayın Rama, şu ana kadar 26 kişinin vefat ettiğini, bir kısmı ağır 600’ün üzerinde yaralılarının olduğunu, enkaz altındaki insanların kurtarılması için ise çalışmaların yoğun bir şekilde sürdüğünü söyledi.
AFAD ve Kızılay ekiplerimiz ile uçakla giden acil ihtiyaç malzemelerinin bir kısmı Arnavutluk’a ulaşmış bulunuyor. Yardım tırlarımızın da gün içerisinde Arnavutluk’a varacağına inanıyorum. Daha önce birçok kez büyük depremlere maruz kalmış bir ülke olarak, Arnavutluk’un çektiği acıyı çok iyi anlıyoruz. Gerek yaralıların tedavileri gerekse evleri yıkılan veya zarar gören kardeşlerimizin barınma ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında hepimizin Arnavutluk’un yanında olması gerekiyor. Şu anda tabii kış mevsimine girmiş bulunmaktayız. Ben buradan sizlerin aracılığıyla tüm İslam dünyasını Arnavutluk’a destek olmaya çağırıyorum.
İslam Âlemi olarak, terörden iç çatışmalara, mezhep taassubundan Peygamber Efendimizin “ayaklarımın altına aldım” buyurduğu asabiyete, cehalete kadar pek çok tehditle yüzleşiyoruz. Bunlara, Batıda yükselen İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığı gibi yenileri ekleniyor.
Özellikle azınlık olarak başka ülkelerde yaşayan kardeşlerimiz için inançlarına uygun bir hayat sürmek giderek zorlaşıyor. Neye ve kime hizmet ettiği aşikar olan terör örgütleri camilerimizi, okullarımızı, pazar yerlerimizi kan gölüne çeviriyor.
Açlık, fakirlik, kuraklık ve gelir adaletsizliğinin en yoğun hissedildiği ülkeler, ne yazık ki yine İslam ülkeleridir. Gıda açığı bulunan dünyanın düşük gelirli 54 ülkesinden 28 tanesi İslam İşbirliği Teşkilatı üyesidir. İslam ülkeleri olarak dünya nüfusunun yüzde 24’üne sahipken, küresel ticaretin sadece yüzde 9,7‘lik kısmını temsil ediyoruz.
Yüksek teknoloji ürünlerinin ihracatımızdaki payı yüzde 4’ü bile bulmuyor. Müslümanlar olarak üzerimize serilen ölü toprağından hala kurtulabilmiş değiliz.
Rabbimizin bizlere bir lütfu olan doğal kaynaklarımız, halklarımızı değil Batı ülkelerini zenginleştiriyor. İslam Âlemi vahdet olamadığı, bir duvarın tuğlaları gibi yekdiğerine kenetlenemediği için kolayca manipüle ediliyor.
Sahip olduğumuz ekonomik güce, nüfusa, imkânlara rağmen, aynı ortak paydada buluşamadığımız için, uluslararası arenada sözümüz yeterince dinlenmiyor. Coğrafyamıza baktığınızda göreceğiniz çoğunlukla dramdır, acıdır, kavgadır; suni gündemlerle enerjisini heba eden 1,7 milyarlık muazzam bir kitledir.
Batılı silah tüccarlarının sattığı silahların akıttığı kanların çoğu Müslüman kanıdır. Adında “İslam” olan taşeron terör örgütlerinin katlettiği insanlar yine ekseriyetle Müslümanlardır.
Günümüz dünyasında maalesef Müslüman kanı, Müslümanların canı, hayatı kadar ucuz bir meta yoktur. Varil bombaları altında can veren 1 milyon Suriyeli kardeşimiz, birilerinin gözünde sadece istatistikten ibarettir. Yemen’de açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocukların dramları, birkaç ülke ve kuruluş dışında hiç kimsenin umurunda değildir.
Gazze sahilinde top oynarken pervasızca öldürülen o sabi yavruların feryatları, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dahil hiçbir örgüt tarafından duyulmuyor. Somali’den Afganistan’a, Arakan’dan Türkistan’a, Libya’ya kadar nereye baksak, benzer acılarla, benzer dramlarla karşılaşıyoruz.
Söz konusu Müslümanlar olunca ölenler, zulüm ve acı çekenler birer can olarak değil, maalesef sadece birer fotoğraf karesi olarak görülüyor.
Elbette bu çifte standartta Güvenlik Konseyi gibi görevi küresel barış ve istikrarı korumakla mükellef kurumların acziyetinin çok büyük payı vardır. Bu yapılar, adaleti ve hakkaniyeti ayakta tutmak yerine, 5 daimi üyenin çıkarına ve keyfine göre kararlar almaktadır. İslam dünyası dahil tüm insanlığın kaderi, Konsey üyesi 5 ülkenin insafına terk edilmiştir.
İslam aleminin kendi geleceği, kendi istikbali üzerinde, özgürce karar alma ve uygulama hakkı yoktur. Dikkat edilirse BMGK’nın daimi üyelerinin içinde bir tane Müslüman ülke yoktur. İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından inşa edilen bu adaletsiz sistemin, ilanihaye devam etmesi mümkün değildir.
Uluslararası güvenlik mimarisinin günümüzün şartlarına göre yeni baştan düzenlenmesi, bir tercih olmaktan çıkmış, zorunluluk halini almıştır. Hazreti Ömer efendimizin buyurduğu gibi “adalet mülkün temelidir.” Haklının yerine güçlüyü, gücü elinde bulunduranı gözeten bir düzen, hiçbir şartta refah, barış ve huzur üretemez.
Türkiye olarak her fırsatta ve zeminde dillendirdiğimiz “dünya beş’ten büyüktür” çağrımızın gerisinde işte bu gerçekler vardır. Uluslararası toplumun artık bu hakikatlerle yüzleşmesi elzemdir.
Adım atmakta geç kaldığımız her gün küresel adaletsizlik derinleşecek, çatışmalar artacak, dünyamız savaşlarla boğuşmayı sürdürecektir.
BMGK’da 5 daimi üye, 15 geçici üye var. Bu 15 geçici üye içinde bir, iki Müslüman üye yer alıyor diye kendimizi aldatmayalım. İslam İş Birliği Teşkilatı olarak gücümüzü görelim, tavrımızı ona göre belirleyelim.
Yakın geçmişte Bosna’da, Ruanda’da, Irak’ta, bugün komşumuz Suriye’de, Filistin’de, Myanmar’da yaşanan acılara çare bulamayan bir Birleşmiş Milletler, insanlığın sorunlarına çözüm getiremez.
Buradan bir kez daha, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısının, dünya nüfusunun coğrafi ve dini dağılımı göz önünde bulundurularak yeniden belirlenmesi çağrımı tekrarlamak istiyorum. Siz kardeşlerimizi de bu çağrımıza destek vermeye davet ediyorum.
Mağduru olduğumuz bu vahim tablo sizin, bizim, hepimizin yükünü daha da ağırlaştırmaktadır. Müslümanlar her türlü şart altında adaleti, hakkaniyeti ve barışı savunmak zorundadır. Bizler bir kötülük gördüğümüzde önce elimizle, sonra dilimizle, bunu yapamadığımız takdirde ise kalbimizle buğz ederek, o kötülüğe karşı çıkmakla mükellefiz.
Rabbimizin mukaddes kitabımız Kuranı Kerim’deki emirleri gayet açıktır: Allah, adaleti, iyiliği, doğruluğu, yardımlaşmayı emrediyor; çirkin işleri, kötülüğü ve haksızlığı yasaklıyor. Evet, bu ilahi emirleri açıkça ihlal eden hiç kimse, İslam’a hizmet edemez, Müslümanlara faydalı olamaz.
Bu noktadan hareketle etrafımızı kuşatan zulümler karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Şahit olduğumuz bir hukuksuzluğu başkaları gibi uzaktan seyredemeyiz. Karanlığa kızmak, yardımı yabancılardan beklemek yerine, o karanlığı delecek bir mum yakmak mecburiyetindeyiz.
Hazreti İbrahim’in içine atıldığı ateşe su taşıyan karınca misali, var gücümüz ve imkânımızla adaletsizlikleri gidermek için mücadele etmeliyiz. Diğer türlü annenin evladını tanımayacağı, zerre misali iyilik ve kötülüğün önümüze koyulacağı o büyük mahşer gününde, hesap veremeyiz. Hiç şüphesiz zulüm olduğu müddetçe, adalete inanan, onu tesis etmek için var gücüyle çalışan “adalet savunucuları” da olacaktır. İşte bizler Müslümanlar olarak “21’inci yüzyılın adalet savunucuları” olmak durumundayız.
Bizler İslam ülkeleri olarak, barış dininin müntesipleri Müslümanlar olarak, ne kadar birbirimize düşersek, umudunu bizlere bağlamış olan masumlar da, o kadar çok sıkıntıya maruz kalacaklardır.
Kardeşliği, sadece sözde bırakmamalı; teknik, ticari, ekonomik, kültürel, sosyal tüm boyutlarıyla hakiki manada hayata geçirmeliyiz. Bunun için elimizdeki imkânları, kurum, kuruluş, örgütleri en iyi ve en efektif şekilde kullanmanın yollarını aramalıyız. Mesele, gücümüzün, kapasitemizin, potansiyelimizin farkına varmalıyız.
Bu sene 50’inci yılını kutlayan ve İslam dünyasını temsil eden İslam İşbirliği Teşkilatı elimizdeki imkanlardan birisidir. Teşkilat, bugün 56 üyesi ve 5 gözlemci üyesiyle Birleşmiş Milletler’den sonraki en büyük ikinci uluslararası örgüttür.
Türkiye, kuruluşundan bu yana teşkilatın faaliyetlerinde aktif bir şekilde yer almış, teşkilatın güçlenmesi, daha etkin bir hale gelmesi için çaba göstermiştir. Bilhassa Dönem Başkanlığımız sırasında çok büyük gayret gösterdik, İslam âleminin beklentilerine cevap verecek bir sorumluluk anlayışıyla hareket ettik.
Kudüs’ü Şerif’in hukuki statüsüne yönelik saldırılar karşısında hemen harekete geçerek Aralık 2017’de ve Mayıs 2018’de iki Olağanüstü Zirve düzenledik. Filistinli kardeşlerimizin uğradığı zulme ve Peygamberler şehri Kudüs’e yönelik emrivakilere karşı tepkimizi, İslam İşbirliği Teşkilatı olarak hep birlikte İstanbul’dan duyurduk.
Bununla da yetinmeyerek, konuyu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Acil Özel Oturumlarına taşıdık. Zirvelerde aldığımız kararlar ezici oy çoğunluklarıyla uluslararası toplumun vicdanında da tasdik edilmiş oldu.
Burada bir gerçeğin altını tekrar çizmekte fayda görüyorum. Tepki gösterilmeyen her zülüm, zalime cesaret vermekten başka bir işe yaramayacaktır. Filistinlilerin hayat, mülk ve çalışma haklarına saygı duymayan İsrail, bölgeyle beraber tüm dünyanın geleceğini tehlikeye atıyor.
Üç dinin kutsal şehri Kudüs’ü yağmalayarak, sadece kendi inançlarının merkezi haline getirmeye çalışanlar, çok büyük bir yanlışın içindedir. Batılı ülkelerin İsrail’i bu derece şımartmaları, bilerek veya bilmeyerek, gerilimi körüklemekten başka hiçbir işe yaramıyor. Türkiye olarak, her türlü platformda, Filistinli kardeşlerimizin haklarını ve Kudüs’ün mahremiyetini savunmaya devam etmekte kararlıyız.
İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığı bilhassa batı toplumlarında adeta bir veba gibi yayılıyor. Hemen her gün Müslümanlara ait ibadethaneleri, işyerlerini, sokakta yürüyen Müslüman kadınları hedef alan nefret suçlarına şahit oluyoruz. Lafa gelince demokrasiyi ve insan haklarını kimseye bırakmayanlar, kendi topraklarında Müslümanların ve göçmenlerin taciz edilmesi karşısında üç maymunu oynuyor.
Peygamber Efendimizin şahsı manevisine yönelik hakaretler, düşünce özgürlüğü parantezine alınıp kapatılmak isteniyor. Bizim vatandaşlarımızın da hayatına mal olan ırkçı katliamlar, “dönerci cinayetleri” gibi lakayt ifadelerle önemsizleştirilmeye çalışılıyor. Bu saldırılara karşı ortak bir tavır sergilemezsek, korkarım ki, Müslüman Diasporayı çok daha karanlık bir gelecek beklemektedir.
İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanlığımız sırasında, bilhassa da 52 Müslüman’ın hayatını kaybettiği Christ Church terör eyleminin ardından bu konuda bazı adımlar attık. Konunun ehemmiyetine binaen, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Zirve Dönem Başkanı olarak Acil İcra Komitesi’ni toplantıya çağırdık.
Toplantı sonrası kabul ettiğimiz nihai bildiride Birleşmiş Milletlere, diğer uluslararası ve bölgesel örgütlere, 15 Mart’ın “İslamofobiye Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edilmesi çağrısında bulunduk. İslam dünyasında ve uluslararası camiada bu problemin gündeme gelmesi için yoğun çaba harcadık. Bilahare Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nu da toplantıya çağırdık ve bu konudaki kararın kabulüne öncülük ettik.
Zirve Dönem Başkanlığını 2016 yılında devralırken bazı hususların üstünde özellikle durmuş, belirli konularda somut hedefler çizmiştik. Teşkilatın 12’inci On Yıllık Eylem Planı’nın kabulüyle başlayan Zirve Dönem Başkanlığımızda pek çok önemli mekanizmanın temellerini attık. Bunlar arasında, Gençlik Stratejisi, İstişari Kadın Konseyi, Arabuluculuk Temas Grubu, Üye Ülkelerin Ulusal Kızılay Dernekleri Ağı, Polis İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi de yer alıyor.
Dönem Başkanlığımız sırasında desteğini esirgemeyen, çağrılarımıza ivedilikle kulak veren ve sorumluluk üstlenmekten kaçınmayan tüm üye ülkelere şahsım ve ülkem adına şükranlarımı arz ediyorum.
Ben bu vesileyle 14’üncü Zirve’yle Dönem Başkanlığını 2021 yılına kadar üstlenen Suudi Arabistan’a başarılar diliyorum. Sayın Genel Sekreter El-Useymin’e ve çalışma arkadaşlarına da ortak çabamıza yaptıkları katkılar için teşekkür ediyorum. Irak Başbakanı ile bir görüşme yapmak için kısa süreli aranızdan ayrılmak istiyorum, teşekkür ederim.
www.yenicag.info