“FETÖ gibi bölücü unsurların bu ülkede hayat bulmasının ana sebebi…”

Tahşiye kumpasıyla ilgili verilen kararın ardından, Tahşiye Yayınevi açıklama yaptı.

“Tahşiyeciler Grubu”na kumpas kuran, aralarında kapatılan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile eski emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer, Yurt Atayün’ün de bulunduğu 23’ü tutuklu 33 sanığın yargılandıkları davada karar geçen hafta çıktı. Mahkeme, sanık Hidayet Karaca’yı, “silahlı terör örgütü yöneticiliği” suçundan 18 yıl, “iftira” suçundan 4 yıl 6 ay, “resmi belgede sahtecilik” suçundan da 9 yıl olmak üzere toplam 31 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Heyet, sanık Ali Fuat Yılmazer’i “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 12 yıl, “iftira” suçundan 4 yıl 6 ay olmak üzere toplam 16 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum etti. Eski emniyet müdürleri Yurt Atayün, Ömer Köse ve Tufan Ergüder’e ise “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 12’şer yıl, “iftira” suçundan 4 yıl altışar ay, “resmi belgede sahtecilik” suçundan dokuzar yıl olmak üzere toplam 25 yıl altışar ay hapis cezasına çarptırıldı.

Karar sonrası aynı gün FETÖ’nün kumpas kurduğu Tahşiye Yayınevi açıklama yaptı. “Bilindiği üzere 6 Nisan 2009 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü elebaşısı Fetullah Gülen tarafından [herkül.org] isimli internet sitesinde, Tahşiye Yayınlarıyla arkadaşlarımızı hedef alan bir konuşma yayınlanmıştır.” denilen açıklamada, “22 Ocak 2010 tarihinde bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Bu operasyon neticesi birçok vilâyetimizden, aralarında Molla Muhammed Doğan’ın da bulunduğu 122 kişi gözaltına alınıp, ‘El Kaide yanlısı radikal Mehmet Doğan (Tahşiye) Grubu’ suçlamasıyla birçoğu tutuklanmıştır.” ifadeleri kullanıldı.

İşte o açıklama:

“Tarafımızdan yapılan şikâyet neticesi açılan, yaklaşık üç yıldır İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde devâm eden ve kamuoyunda “Tahşiye Kumpası” diye bilinen dava bugün itibarıyla sonuçlanmıştır. Sanıklar eylemlerine uyan gerekli cezaları almışlardır.

Bu vesile ile bir kere daha hatırlatmakta fayda var ki: 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile gerçek yüzü kamuoyunca da görünen ve dış güçler nâmına bu ülke aleyhine çalıştığı ortaya çıkan Fetullahçı Terör Örgütü; Kur’an’ı, Hadîsi, bu milletin dînî duygularını ve ülkede itibar kazanan Risale-i Nur mesleğini tahrif ve istismar ederek kitleler nezdinde taban tutmuş ve aynı zamanda devlet içinde paralel yapılanmaya başlamıştır. Belli bir güce eriştikten ve medya yapılanmasını da tamamladıktan sonra Kur’an’ı, Hadîsi ve Risale-i Nur mesleğini alenen bozmakta beis görmemiştir. Saman altından su yürüterek milletin káhir ekseriyetini kandırmaya muvaffak olan örgüt elebaşısı, kendince uygun şartların oluştuğuna kàni olduktan sonra maskesini indirerek pervasızca dinde tağyîr ve tahrîbâtlarına başlamıştır.

Kelime-i tevhîdden “Muhammedün Resûlüllâh”ı çıkarması; Hıristiyan ve Yahûdîlerin Cennetlik olduklarını söylemesi; fakir fukaranın hakkı olan zekât, kurban ve sadakaları örgüte bir gelir kaynağı olarak eklemesi; bir emr-i İlâhî olan tesettürü “fürûât” diye küçümsemesi, Müslüman bir kızla bir Hıristiyânı evlendirerek bir hükm-i İlâhîye alenen karşı gelmesi, resmî bir banka kurarak Müslümanların fâize karşı direncini kırması, sâdeleştirme adı altında Kur’ân’ın bu zamanda mühim bir tefsiri olan Risâle-i Nûrları tağyîr ve tahrîf etmesi, Kur’an ve Hadîse karşı işlediği cinayetlerden birkaçıdır. Bu örgütün dînimizle berâber devletimizin, milletimizin, bütün İslâm devletlerinin ve kısaca bütün ümmet-i Muhammed’in hukuku ile 1400 yıllık an’ane-i İslâmiyeyi sinsice ayaklar altına almaları da üzerinde durulması ve ilmen karşı konulması gereken diğer hususlardır.

Gerek örgütün devlet içindeki paralel gücü ve gerekse dış mihraklardan gelen ekonomik ve istihbârî destekler sâyesinde ise hemen hemen bütün dinî gruplara ve STK’lara sızılarak kontrol altına alınmış, dolayısıyla da yaptıkları din bozgunculuğuna karşı yükselebilecek sesler kaynağından kesilmiştir.

Bu gerçek ortada iken; Diyânet İşleri Başkanlığı, İlâhiyât Fakülteleri, tarikatlar ve sivil toplum kuruluşlarının suskunluğu ve bu örgütü alkışlaması karşısında; canları ve hürriyetleri pahasına hakkı ve hakikatı savunmak, bizim gibi bir avuç insana kalmıştır. Bu durumu yıllar öncesinde tesbît eden Molla Muhammed Doğan Hocamız ve arkadaşları ise bu tehlikeli gidişe sessiz kalmanın vebâlinden kurtulabilmek adına, örgütün tahrîfât ile bozduğu Kur’an ve Hadis mesleğini icma-i Sahabe ve kıyas-ı Sahabe ve dolayısıyla bütün an’ane-i İslamiyye ile açıklayarak ortaya koymuş; dünyâyı kontrol altında tutan bir gizli komitenin Türkiye ayağını teşkil eden FETÖ ve benzeri örgütlenmelerin dinî sahadaki tahrîfâtını ilmî eserler neşrederek Tahşiye Yayınları ile kamuoyuna arz etmiştir. Bu yüzden de FETÖ’nün hedefine girmiştir. Önce sızılan Risale-i Nur gruplarını kullanarak Tahşiye’ye yönelik karalama kampanyası başlatan FETÖ, o yolla bizi susturamayınca; bu sefer de devlet içindeki paralel yapılanma gücünü kullanarak üzerimize gelmiştir.

Ağırlıklı olarak Emniyet Teşkilâtında kümelenen örgüt üyeleri, Pensilvanya’daki liderlerinden aldıkları talimatla devletin imkân ve silâhlarını kullanarak bizlere karşı kumpas kurmuşlardır. Neticede örgütün özel mahkemede açtırdıkları davada Molla Muhammed Doğan ve arkadaşlarının beraat etmesi, bugün karara bağlanan davada ise kumpasçı emniyet mensublarıyla örgütçü basın mensublarının mahkûm olması, bu konu üzerindeki sis perdesini kaldırmıştır.

Bilindiği üzere 6 Nisan 2009 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü elebaşısı Fetullah Gülen tarafından [herkül.org] isimli internet sitesinde, Tahşiye Yayınlarıyla arkadaşlarımızı hedef alan bir konuşma yayınlanmıştır. Konuşmada gösterilen hedef, örgütün amiral gemisi Zaman gazetesinde çıkan yazılar ve Samanyolu Televizyonundaki dizilerle daha da belirgin hale getirilmiştir. Kısa adı PDY/FETÖ olan Fetullahçı Terör Örgütünün Adliye, MİT, Emniyet ve Jandarma İstihbârât Teşkilâtına sızmış elemanlarının yalan ve iftiralarıyla 22 Ocak 2010 tarihinde bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Bu operasyon neticesi birçok vilâyetimizden, aralarında Molla Muhammed Doğan’ın da bulunduğu 122 kişi gözaltına alınıp, “El Kaide yanlısı radikal Mehmet Doğan (Tahşiye) Grubu” suçlamasıyla birçoğu tutuklanmıştır.

Hakkımızda açılan davada ana suçlama unsuru olan ve arkadaşlarımızdan birine ait mekânda bulunan bomba ve mühimmatların Kumpasçılar tarafından konulduğunun anlaşılması üzerine Bakırköy 3. Ağır Cezâ Mahkemesi bizim hakkımızda oy birliği ile beraet kararı vermiştir. Bu karar aynı şekilde Yargıtay 16. Cezâ Dairesi tarafından da oy birliği ile tasdik edilmiştir.

Bakırköy 3. Ağır Cezâ Mahkemesinde duruşmalarımız devâm ederken yaptığımız şikâyet üzerine, bugün karara bağlanan dava ile ilgili olarak İstanbul Emniyet Teşkilatı birimlerinde kumpasa karışanlar hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bunların bir kısmı tutuklu ve bir kısmı da firârî olmak üzere 33 kişi hakkında 2014 yılında açılan soruşturma bugün mahkemenin kararıyla sonuçlanmıştır.

Yukarıda arz ettiğimiz üzere, bizim bu örgütle şahsî bir mes’elemiz olmamıştır. Paylaşamadığımız bir menfaat de söz konusu değildir. Dolayısıyla, bu örgütle bizi karşı karşıya getiren husus, bunların Kur’an’ı, Hadîsi ve Risale-i Nur’u tahrif etmesinden kaynaklanmıştır. Nitekim, Molla Muhammed Doğan Hocamız bu dava için verdiği savcılık ifâdesinde aynen şunları söylemiştir:

“Bu dava benim şahsıma yapılmış bir dava olsaydı davamdan vazgeçerdim, ancak bu şahsıma ait bir dava değildir; ancak Kuran’a ve Hadis’e bağlılığımdan dolayı ecnebi bir örgüt Yahudi ve Hristiyanları temsil ederek buradaki bir maşayı kullanarak Kur’an’a tecavüz, Kur’an ve Hadis’e tecavüz, dolayısı ile bütün Müslümanların hukukuna tecavüz ve bütün İslâm milletlerine tecavüz olduğundan dolayı ben bu haktan vazgeçmem. Şayet vazgeçtiğim takdirde, Kuran’dan ve Hadisten, ve Müslümanların hakkından vazgeçiyorum demektir. Bundan böyle ben hukuk-i âmmeden dolayı (İlâhî ve beşerî hukuk) vazgeçtiğim takdirde hem İlâhî hukuka ve tüm Müslümanların hukukuna tecavüz etmiş oluyorum. Bu tecavüze girmemek için ve bu hak da bana ait olmadığı için, sesim giderse bütün dünyaya bağırarak diyorum ki: Kur’an hesabına, bütün millet-i İslâm adına bu davayı başımıza açanlardan davacı ve şikâyetçiyim. Davadan vazgeçmem ise Müslümanlığımdan, imanımdan ve İslâm milletinden vazgeçmem demektir. Bu sebeplerle, beni ve sırf beni sevdiği için diğer birtakım arkadaşlarımı bu şekilde asılsız ve mesnetsiz deliller uydurarak hürriyetten yoksun kalmama ve beni sevenlerin de hürriyetten yoksun kalmasına sebebiyet veren tüm kişi ve bu kişileri kullanarak tarafımıza bu suçlamaları isnat eden şahıslardan davacı ve şikâyetçiyim.”

Gerek mahkemeler esnâsında, gerek hapishanede ve gerekse tahliyemizden sonra her vesileyle, “Bize kumpas kuranlar yaptıkları din bozgunculuğundan dönerek özür dileyip pişman olurlarsa, şahsî haklarımızdan ve şikâyetlerimizden vazgeçeceğimizi” defalarca söyledik. Ancak, değil nedâmet ve özür dilemek, “Eğer elimize fırsat geçse aynısını yine yaparız. Ayrıca şartlar müsâit olup da devran döndüğünde başta müştekiler olmak üzere bu davada dahli ve imzası olan herkesi hapse sokacağız. Bu böyle biline” diye pervâsız bir tavır sergilemişlerdir. Dolayısıyla bize de, “Adaletin kestiği parmak acımaz” demekten başka bir şey kalmıyor.

Millet ve devlet olarak yeni bir 15 Temmuz tecrübesi yaşamamak, millî birliğe zarar verici bu tür örgütlerin yeşerme zemini bulamaması için, Molla Muhammed Doğan hocamız ve arkadaşları olarak başta devlet ricâli olmak üzere herkese şu hususları belirtmek isteriz:

FETÖ gibi bölücü unsurların bu ülkede hayat bulmasının ana sebebi, millî birlik ve beraberliğimizin temel harcı olan İslâm inancına sonradan sokulan ve parçalanmayı kolaylaştıran yanlış bilgilenmedir. Bir daha aynı tehlikeye düşülmemesi için, dinimizin ana kaynağı olan “1. Kitab, yani Kur’an, 2. Sünnet, yani hadîsler, 3. Sahabe-i kirâmın icmâsı, 4. sahabe-i kiramın kıyâsı” devlet tarafından ele alınarak ders verilmelidir. Çünkü, FETÖ gibi bir sürü örgüt Kur’an ve Hadîsi, icma-ı sahabe ve kıyas-ı sahabeden kopararak kendi anlayışlarını ön plana çıkarmış ve ümmet içinde parçalanmaya yol açmışlardır. Devletin vazifesi işte bütün bu meslek ve meşrebleri bu dört unsura hizmetçi ettirmek, hiçbir kişi ve kuruluşun bunların yerine geçmesine zemin bırakmamaktır.

Ümmet içindeki bütün meslek, meşreb ve mezhebler bu dört unsurdan çıktığı için, bunlara karşı hiçbir meslek, meşreb ve mezheb mensubu i’tirâz edemez. Bu unsurlar müttehid, mütesânid, bir ve beraber olan bir İslâm toplumunun kopmayan ve parçalanmayan bir harcı olur. Bu da ümmetin birlik ve berâberliğini teminle mükellef olan İslâm devletlerinin elini büyük ölçüde kuvvetlendirecektir. Meslekler ve meşrebler Kur’ân ve Hadîse hadim olmalı, yerine geçmemelidir. Elhasıl: Kur’an âyine ister; vekil istemez.”

kaynak: Odatv

www.yenicag.info

2 K