Erdoğan, FETÖ konusunda Kırgızistan’da beklemediği bir dirençle karşılaştı. Kırgızistan’dan önemli bir isim anlatıyor: ‘Gelişmelerde Kırgızistan’ın milli çıkarları değil, belirli isimlerin, onların yurtdışındaki hamilerinin, bozguncu güçlerin etkisi yatıyor.’
Geçen günlerde Kırgızistan’dan önemli bir isimle bir araya geldik. Türkiye-Kırgızistan ilişkileri ve Kırgızistan’daki FETÖ yapılanması sohbetimizin ana başlıkları arasında yer alıyordu.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası birçok FETÖ mensubunun Kırgızistan’a kaçtığı ve bu ülkenin terör örgütü tarafından bir üs olarak kullanıldığı biliniyor. Bu durum, Türk-Kırgız ilişkilerine oldukça olumsuz bir şekilde yansıyor ve hatta son dönemde iki ülke arasında birkaç kez ciddi krizlere de yol açtı.
Sohbet ettiğim Kırgızistan’dan muhatabım son süreci şu şekilde yorumluyor:
“Orta Asya politikasında Türk birliği fikrinin belirleyici rol oynadığı zamanlar geride kaldı. Kırgızistan’daki kâr amacı gütmeyen Türk eğitim ve hayır kurumlarının faal çalışmaları tehdit altında. Bu dönüşümde en şaşırtıcı olan ise bu faaliyetlerin dışarıya karşı Türk dünyasının yararına olarak sunulması. Bugün Kırgızistan’ın yaşadığı çelişki de şundan kaynaklanıyor: Bir tarafta güzel sloganlarla süslenmiş dışarıya dönük tabelalar ve bu sloganları dile getiren kimseler var; bir de reel politikayı belirleyen perdenin arkasındaki güçler. Bu güçler, çölü sular, bahçeyi kumla gübreler.”
Kırgızistan devletini içerden tanıyan muhatabım, bu sözlerinin ardından Türkiye’nin uluslararası arenada konumunun sağlamlaştığı, Suriye sorunun çözümünde önemli bir rol oynadığı, ABD’den bağımsız bir çizgi izlediği dönemde eskiden beri müttefiklik ve samimi dostluk ilişkisine sahip olduğu Kırgızistan’da otoritesinin şüpheli hale gelmesinin yarattığı çelişkiye dikkat çekiyor. Kendi ifadesiyle aynı casus romanlarında olduğu gibi bu gelişmelerin arkasında Kırgızistan’ın milli çıkarları değil, belirli isimlerin, onların yurtdışındaki hamilerinin ve tüm dünyayı tuzağa düşürmeye, Türk dünyasının ayağını kaydırmaya çalışan bozguncu güçlerin etkisi yatıyor.
Bu güçlerin kim olduğunu sorduğumuzda ise “Amir Albay” lakaplı Kırgızistan istihbarat teşkilatı Milli Güvenlik Devlet Komitesi Başkan Yardımcısı Cakıp Bayımbetov’u, Suudi ortaklarını ve FETÖ’yü sayıyor.
Kırgız muhatabım, ardından FETÖ konusunda Türkiye ve Kırgızistan arasında yaşanan süreci özetliyor:
“Erdoğan, FETÖ konusunu ilk kez Kırgızistan’ın önceki Devlet Başkanı Almazbek Atambayev’le 2016 yılında yaptığı görüşmede gündeme getirdi. Beklemediği bir dirençle karşılaştı ve bu, ikili ilişkilerin soğumasına neden oldu. Atambayev, ülkesinin içişlerindeki bağımsızlığına atıf yaparak Ankara’nın Fetullahçıların faaliyetlerinin durdurulması ve Türkiye’ye iade edilmesi konusundaki talebini doğrudan reddetti. Atambayev’in bu ve benzeri konulardaki yanlış tavrının onu bir devlet suçlusu durumuna getirmesindeki rolü göz ardı edilemez.”
Atambayev’in geçen aylarda Kırgızistan’da olaylı bir şekilde tutuklanmasına bu şekilde atıf yapan muhatabım, yeni Devlet Başkanı Sooronbay Ceenbekov’un ise Erdoğan’la bu konuyu en az iki kere görüştüğünü ifade ediyor. Ceenbekov, her iki görüşmede de Kırgızistan’ın bu isimleri bildiği ve faaliyetlerini kontrol altında tuttuğu şeklinde kaçamak cevaplar vermiş.
Erdoğan, bu görüşmelerde Kırgız mevkidaşını “Orduya, polise ve diğer bütün devlet kademelerine sızıyorlar ve darbe yapıyorlar” diye uyarmış. Ama nafile!
Kırgız muhatabım, devlet başkanlarının Fetullahçılara dair bu görüşünün kendiliğinden oluşmadığının, Kırgızistan için nesnel olarak bu sorunun birincil öncelik taşımadığının altını çiziyor. Ancak Türkiye’nin artan ilgisine ve Bişkek’in belirsiz adımlarına bağlı olarak konunun beklenmeyen bir olumsuzluk yarattığını da ekliyor. Ardından da bu kadar ön plana çıkan bu konuya dair politikaları kimin belirlediğini anlatıyor:
“Bu noktada Türk dünyasının kaderinin belirlendiği istihbarat servislerinin loş odalarının kapısını aralamamız gerek. Kırgızistan’da ne zamandır herkes, Milli Güvenlik Devlet Komitesi Başkanı Orozbek Opumbayev’in kısa süre içinde görevden ayrılacağını konuşuyor. Yerine geçeceği düşünülen isim ise yardımcısı Cakıp Bayımbetov. O, artık lakabını ‘Amir Albay’dan ‘Amir General’le değiştirmek niyetinde.”
Kırgız muhatabım, istihbaratın başına aday Bayımbetov’un geçmişi ve bağlantılarıyla ilgili bilgiler vermeye devam ediyor:
“Şaka yaptığımı sanmayın, Kırgızistan istihbaratının şimdiki başkan yardımcısı ve başkanlığına oynayan kişi, eski bir koyun tüccarı. Bu, saygıdeğer bir meslek. Bayımbetov, albay olmadan önce başarılı bir tüccardı. Ticari ortakları, ondan aldığı malları Suudi Arabistan’a ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne başarıyla satabilen bir et simsarı olarak bahsediyorlar. Ancak Kırgız hayvancılığı alanında çalışmak, iddia sahibi Bayımbetov için sıkıcıydı. O da iş ilişkilerini iktidar sahibi Arap monarşisinin temsilcileriyle daha derin ve gayrı resmî ilişkiler kurmakta kullandı. Tabii Bayımbetov’un bir de devlet başkanının ağabeyi Cusup Şaripov’la tanışıklığı olmasa, bu ilişkiler bir işe yaramazdı.”
Ancak Bayımbetov’u istihbaratın zirvesine getirmek ve onu devlet başkanına erişimine açmak, Şaripov’un pişmanlık duymasına neden olmuş. Çünkü önceden himayesi altındaki kişi, oldukça bağımsız bir figür haline gelmiş. Diğer taraftan Bayımbetov’un İslami hayat tarzını benimsediği ve Tebliğ Cemaati’ne desteği de biliniyormuş.
Muhatabıma göre bu ister kamuya yönelik bir oyun olsun, ister Suudilerle temaslarda Bayımbetov samimi olarak müminlerin çıkarlarından hareket etsin, her hâlukârda Kırgızistan istihbaratının tepe isimlerinden biri, laik bir toplumda Suudilerin inanç sitemini yayan bir araç haline gelmiş.
Konu, bu noktada tekrardan Kırgızistan’daki FETÖ yapılanmasına geldi. Kırgız muhatabım, FETÖ’nün ülkedeki etkisine dikkat çektikten sonra Erdoğan’ın Kırgız mevkidaşına verdiği 180 kişilik FETÖ’cü listesine işaret etti. Bu kişiler, Kırgızistan’da Sapat okullarını (FETÖ okulları) açmış, bu okullar, görünüşte eğitim faaliyeti gösterse de aslında başka işlerle uğraşmışlardı. Muhatabımın ifadesiyle Türkiye örneği, bu metodun hayatın her alanına sızarak iktidarı almayı hedeflediğini göstermişti.
Kırgız muhatabım, arkasından şu bilgileri paylaştı:
“Fetullahçılar, görevi gereği Bayımbetov’un alanı ve Devlet Başkanı Ceenbekov’un bu konuda aldığı kararları, kendi bakışına ve Suudilerin çıkarlarına göre belirleyen de o. Açık ki, Türkiye’yle cepheleşmesinde Suudi monarşisi de her türlü imkânı ona karşı yeni cepheler açmak için kullanıyor. İktidarın zayıf politikaları nedeniyle Kırgızistan, ne yazık ki böyle bir cephe haline geldi. Ve Türkiye,hiç beklemediği ve belki de hiç hak etmediği bir yerden darbe almış oldu.
Aynı zamanda şu gerçeğin üstünden de atlayamayız. Eğer Türkiye’nin talep ettiği Fetullahçılardan suç işlemiş olanlar var ise teslim edilmeleri bir zorunluluktur. Eğer söz konusu olan sadece Kırgızistan’da bulunmalarının istenmeyişiyse, o halde de Kırgızistan’ın yapması gereken Türkiye’nin kalkınmasına yaptığı katkının başkasının topraklarında yasadışı bir ağ kuran Fetullahçılardan katbekat fazla olduğunu kabul etmektir.
Ancak şimdilik Kırgızistan’ın dış politikası Suudi Arabistan’da belirleniyor ve Suudiler kendi adamları aracılığıyla Kırgızistan’ın milli çıkarlarına aykırı bir politikayı ülkede hayata geçiriyorlar.”
Kırgız muhatabımla görüşmeden de anlaşıldığı üzere FETÖ, sadece Türkiye’de bir operasyon enstrümanı olarak kullanılmıyor ve sadece Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit etmiyor. ABD’nin temel hedefinin Orta Asya enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altında tutmak olduğu düşünüldüğünde Washington bu bölgede de müdahale imkânı sağlayacak araçlara ihtiyaç duyuyor.
FETÖ’nün Kırgızistan’daki yapılanması, Kazakistan’da terör örgütüne yönelik tam anlamıyla kararlı tedbirlerin alınmaması göz önünde bulundurulduğunda konunun Orta Asya’daki ehemmiyeti daha da ortaya çıkıyor.
Sorunun doğrudan ilgilileri Orta Asya Türki Cumhuriyetleri, Türkiye, Rusya ve Çin arasında bu konuda işbirliği kendini daha fazla dayatıyor.
Mehmet Perinçek
Aydınlık