ABD Kongresi’nin yaptırım kararı ve Moskova’nın karşı hamlesinin ardından Rusya-ABD ilişkileri Obama’nın görevden ayrılmasından önceki durumuna geri dönmüş gibi görünüyor.
Donald Trump ABD başkanı seçildiğinde bu gelişmenin Obama döneminin son birkaç yılında oldukça gergin seyreden Rusya-ABD ilişkilerinde yeni bir başlangıca vesile olacağını öngörenlerin sayısı hiç de az değildi. Trump’ın özellikle seçim kampanyası döneminde Putin yönetimiyle ve Rusya’yla ilişkilerle ilgili verdiği olumlu demeçleri de bu kanının iyice güçlenmesine neden olmuştu.
Ancak Trump’ın iş başında bulunduğu altı ay süresince Rusya-ABD ilişkilerinin geliştirilmesi adına atılan bazı ufak ve sembolik adımlar dışında kayda değer bir gelişme yaşanmadı. Nitekim geçtiğimiz haftalarda ABD Kongresi’nin iki kanadını oluşturan Senato ve Temsilciler Meclisi, Başkan Trump’ın beklentilerini bertaraf etmek istercesine Rusya’ya uygulanan yaptırımların uzatılması ve kapsamının genişletilmesi konusunda önemli adımlar attı.
Moskova ise buna misilleme olarak ABD’nin Rusya’daki diplomatik temsilciliklerinde çalışan personel sayısında 755 kişilik bir kısıtlamaya gidileceğini duyurdu. Bugün itibarıyla Rusya-ABD ilişkileri adeta Obama’nın görevden ayrılmadan önceki durumuna geri dönmüş gibi görünüyor. Peki gerçekten iki ülke arasındaki ipler tamamen kopma noktasında mı? Bu durum Rusya-ABD ilişkilerinin yakın dönemdeki seyrini nasıl etkileyebilir?
Trump köşeye mi sıkıştı?
2014 yılında Rusya’nın Ukrayna olaylarının hemen arkasından Kırım’ı kendisine bağlaması ve ülkenin doğusunda bulunan Donbass bölgesindeki ayrılıkçılara destek vermesi gerekçesiyle ABD, AB ve diğer bazı ülkeler bazı Rus vatandaşlarına ve şirketlerine yönelik çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamışlardı. Ukrayna sorununun çözümsüz kalması üzerine bu yaptırımlar bugüne kadar genişletilerek sürdürüldü.
Putin yönetiminin ABD başkanlık seçimlerinde yaptırımların devamını savunan Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton’a karşı Trump’a destek vermesinin de en önemli nedenlerinden birisinin bu olduğu iddia ediliyor. Hatta Kremlin’le bağlantılı olduğundan şüphe duyulan bazı Rus bilgisayar korsanlarının Clinton’un seçim kampanyasını yürüten Demokratik Ulusal Komite’nin e-posta yazışmalarını ifşa ettikleri FBI da dâhil çeşitli kurum ve yetkililer tarafından açıkça dile getirildi.
Daha ilginç olan ise Trump’ın kampanyasında etkin rol oynayan isimlerin birçoğunun henüz seçimler yapılmadan önce başta Rusya’nın ABD büyükelçisi Sergey Kislyak olmak üzere çeşitli Rus yetkililerle görüştüğünün ortaya çıkmasıydı. Nitekim Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak seçtiği Michael Flynn bu mesele üzerine hemen istifa etmek zorunda kaldı. Ardından Trump’ın Adalet Bakanı olarak atadığı Jeff Sessions’un da daha önceki beyanlarının aksine seçimlerden önce Rus büyükelçiyle iki kez görüştüğü anlaşıldı.
Ayrıca Trump’ın oğlunun ve damadının da yine seçimlerden önce bazı Rus işadamları ve avukatlarla bir araya geldikleri ortaya çıktı. Bu görüşmelerde yaptırımların kaldırılması da dâhil olmak üzere Rusya’ya bazı sözlerin verildiği iddiaları ABD’de gündemi sarstı. Nitekim Trump’ın mayıs ayında FBI Başkanı James Comey’i görevden alması da ABD kamuoyunda bu iddiaları örtbas etmeye yönelik bir girişim olarak algılandı.
Yaptırımların hafifletilmesi Kongre’nin onayına bağlı
Tüm bu gelişmeler üzerine hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da özel soruşturma komisyonları kuruldu. Ayrıca eski FBI başkanlarından Robert Mueller de özel yetkili savcı olarak Rusya’nın iddia edildiği gibi ABD başkanlık seçimlerine müdahale edip etmediğini araştırmak üzere görevlendirildi.
Her ne kadar Trump Rusya’yla ilişkilerine dair ortaya atılan bu iddiaları reddetse de Kongre’yi ikna etmekte pek de başarılı olamadığı bu son yasa tasarısıyla birlikte iyice ortaya çıkmış gibi görünüyor. Zira ABD’de yasa haline gelen yaptırımların kaldırılması Başkan’ın dışında ayrıca Kongre’nin de onay sürecinden geçmek zorunda. Dolayısıyla bu son yasayla Trump’ın Kongre’ye danışmadan Rusya’ya uygulanan yaptırımları hafifletmesi veya kaldırmasının önüne geçilmiş oluyor.
Gerek Temsilciler Meclisi’nde gerekse de Senato’da Trump’ın partisi Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu düşünülecek olduğunda senatör ve delegelerin bu konuda Başkan’a duydukları güvensizliğinin boyutları daha iyi anlaşılabilir. Nitekim haziranda Senato’da yapılan oylamada yasa tasarısının 2’ye karşı 97 oyla kabul edilmesi oldukça dikkat çekici.
Trump’ın tasarıyı nihai olarak veto etme yetkisi bulunsa da böyle bir hareketin Rusya’yla ilişkileri konusunda kamuoyundaki şüpheleri daha da güçlendireceği söylenebilir. Ayrıca Kongre’nin Rusya’ya yaptırımlar konusundaki kararlı tutumunun devam etmesi nedeniyle tasarının Trump’ın vetosuna rağmen yasalaşma olasılığının da yüksek olduğunu belirtmek gerek.
Moskova’nın tepkisi
Tüm bu gelişmeler Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte Rusya-ABD ilişkilerinde yeni bir balayı dönemine girileceğine dair ümitleri tamamen boşa çıkarmış görünüyor. Özellikle Moskova’nın bu konuyla ilgili olumlu beklentilerinin yerini hızla öfke ve karamsarlığa bıraktığını gözlemlemek mümkün.
Obama’nın görev süresi dolmadan hemen önce giderayak 35 Rus diplomatını, Rusya’nın Amerikan seçimlerine müdahale ettiği gerekçesiyle sınır dışı etmesine Putin’in verdiği tepki oldukça yumuşak olmuş ve yeni yönetime belli bir kredi tanımak adına misilleme yapmayı tercih etmemişti.
Ancak bu son yaptırım tasarısının Kongre’de kabul edilmesi üzerine Putin’in Amerikan diplomatik temsilciliklerindeki personel sayısında 755 kişilik kısıtlamaya gitme kararı, Trump’a tanınan kredinin vadesinin dolduğunu gösteriyor. Putin’in bu meseleyle ilgili yaptığı açıklamada da yakın gelecekte Rusya-ABD ilişkilerinde olumlu bir değişim olacağına yönelik ümidini kaybettiğini ve bundan böyle hiçbir şeyi yanıtsız bırakmayacaklarını göstermenin zamanının geldiğini söylemesi dikkat çekiyor.
Rusya’nın ABD ile ticaret hacminin çok da yüksek olmadığı düşünüldüğünde Kongre’den geçen bu tasarının Moskova’yı neden bu kadar rahatsız ettiği sorusu akla gelebilir. Ancak yasa tasarısında özellikle enerji alanında getirilen kısıtlamaların Rus şirketlerle ortaklık kurmuş olan bazı Avrupalı şirketler üzerinde de etkisi olabileceğinden bahsediliyor.
Her ne kadar AB ülkeleri en son haziran ayında Rusya’ya uyguladıkları yaptırımları altı ay daha uzatma kararı aldılarsa da AB’nin Rusya’nın toplam ticaretindeki payının neredeyse yüzde 50’ye yakın olduğunu özellikle belirtmek gerek. Nitekim Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinin özellikle enerji alanında Moskova’yla oldukça yakın ilişkileri bulunuyor.
Örneğin Almanya’nın tamamlanmasına büyük önem verdiği ve enerji alanında önemli bir yatırım olan Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı projesi bazı Doğu Avrupa ülkelerinin sert tepkilerine rağmen devam ediyor. ABD yaptırımlarının Kuzey Akım-2 gibi önemli projeler üzerindeki muhtemel yansımaları ekonomik olarak son birkaç senedir ciddi sıkıntılar yaşamakta olan Rusya açısından oldukça olumsuz sonuçlara neden olabilir.
Jeopolitik yansımalar
Elbette tüm bu saptamaları yaparken ABD yaptırımlarının jeopolitik yansımalarını da unutmamak gerek. Bu yaptırımlar Rusya’nın senelerdir dünya siyasetinde oluşturmaya çalıştığı “büyük güç” imajını zayıflattığı için Putin yönetiminde tepki ve hatta öfke yaratıyor.
Nitekim daha önce pek çok yorumcunun da dikkat çektiği üzere Rusya’nın son dönemde Ortadoğu’da hızla artan etkisinin kaynağında da aslında Batı’nın yaptırımlarından kurtulma arzusu yatıyor. Bu bakımdan Moskova’nın özellikle Suriye meselesinde ele geçirmiş olduğu nüfuzu ABD’ye karşı önemli bir pazarlık unsuru olarak kullanmaya devam edeceği söylenebilir.
Ayrıca Kongre’den geçen yasa tasarısında Rusya dışında İran ve Kuzey Kore’ye de yaptırımların yer aldığı düşünüldüğünde bu son gelişmenin Moskova ile Tahran arasında süregelen stratejik işbirliğini daha da güçlendirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Ortadoğu politikasını İran’ın bölgede artmakta olan etkinliğini sınırlandırma hedefi üzerine kurduğu iddia edilen Trump yönetimi için ise bu elbette pek arzu edilir bir gelişme değil.
Bu noktada geçtiğimiz temmuz ayında yapılan G-20 zirvesi kapsamında Putin ve Trump arasında ilk kez gerçekleşen yüz yüze görüşme sonrasında iki ülkenin Suriye’nin güneybatı bölgesinde bir çatışmasızlık bölgesi oluşturulması için anlaşmış olduklarına özellikle dikkat çekmek gerek. Kongre’nin yasa tasarısının onaylanması durumunda bu anlaşmanın tehlikeye girmesi mümkün.
Öte yandan Suriye meselesindeki karmaşık jeopolitik denklemin Washington ve Moskova’yı belli bir siyasi ve askeri diyalog içinde kalmaya zorladığını da unutmamak gerek. Nitekim Trump yönetiminin nisan ayında Suriye rejimini hedef alan füze saldırısı sonrasında dahi Rusya ve ABD arasındaki Suriye diyaloğunun tamamen kopmadığı görülüyor. Ayrıca bölgedeki DEAŞ tehdidiyle mücadele de halihazırda her iki ülkenin de en öncelikli hedeflerinden birisi olmaya devam ediyor.
Rusya ve ABD’nin Ortadoğu dışında da birlikte çalışmalarını gerektiren konular var. Örneğin Kongre’nin son yasa tasarısının hedefinde olan bir diğer ülke olan Kuzey Kore’yle ilgili olarak diplomatik bir adım atabilmek için Trump yönetiminin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olan Rusya ve Çin’le anlaşması gerekiyor.
Öte yandan ABD ve Rusya’nın dünyada en fazla nükleer başlığa sahip iki ülke olduğu düşünüldüğünde nükleer konularla ilgili olarak da Moskova-Washington diyaloğunun sürmesi gerektiği açık. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın nisan ayında Moskova’ya yaptığı ziyarette “dünyanın önde gelen iki nükleer gücünün böyle [kötü] bir ilişkisi olamaz” şeklindeki demeci de bu duruma işaret ediyor.
Sonuç olarak ABD Kongresi’nin kabul ettiği son yasa tasarısının Rusya-ABD ilişkilerinin yakın dönemde düzelmesini oldukça zorlaştırdığı söylenebilir. Yine de iki ülkenin Suriye, Ukrayna, Kuzey Kore, nükleer silahlar ve uluslararası terörizm gibi pek çok meselede birbirlerine ihtiyacı olduğunu unutmamak lazım. Dolayısıyla iki ülkenin ilişkilerini değerlendirirken konjonktürel gerginliklerin biraz ötesine bakarak küresel ve bölgesel düzeyde şekillenen işbirliği ve rekabet dinamiklerini de anlamaya çalışmakta büyük fayda var.
Yenicag.Info
www.yenicag.info