“Ne yaptık ki bizi kafirlere verdiniz?
Boraltan bir köprü aşar geçer Aras’ı
Yıkasan Aras suyuyla temizlenmez yüz karası”
2014 senesinde Türkiye’de düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde iktidar partisi AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan, Antalya’da yaptığı konuşmasında, Azerbaycanlıların Ruslar tarafından kurşuna dizildiğini söyledi. Erdoğan o olayı şu sözlerle anlattı:
“Azeri kardeşlerimiz Boraltan Köprüsü’nden karşıya geçerek askerlerimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. Ne söylediler, biliyor musunuz? “Bizi onlara bırakmayın, siz öldürün” diye yalvardılar. Hatta bu acı hatıradan geriye bir türkü kaldı. “Önüne aldı beni, kardeşim sattı beni…” türküsü. Ah, CHP, ben daha size ne söyleyeyim? Sen Azeri kardeşlerini Stalin’e satacaksın ve onlar da buna seyirci kalacak. Sonra da “Biz bu ülkede şöyle yaptık, böyle yaptık” diyerek kendini öveceksin öyle mi? Geçmişi kimse unutmuyor.”
Bu konuşmadan sonra Türkiye medyası ve kamu kurumlarında “İnönü yönetiminin Azerbaycan’a ihaneti” konuları gündeme geldi. 146 Azerbaycanlının SSCB’ye teslim edilmesini ve Kars sınırından Boraltan Köprüsü’nü geçer geçmez onların Sovyet askerleri tarafından kurşuna dizilmesi olayını irdelemeye başladılar.
Doç.dr. Zaur Aliyev, konuyla ilgili Yeni Çağ Azerbaycan‘ın sorularını yanıtladı.
– “İnönü yönetiminin ihaneti” konusu gündeme geldi. Gerçekten böyle bir olay yaşandı mı?
-Bu konuyla ilgili araştırma yapmaya başlayınca karşıma çıkan birçok kaynağın Ermeniler tarafından yazıldığını gördüm. “Neden Ermeni medyası ve yazarları bu konuyu daha çok abartıyorlar?” sorusuna akla gelen ilk yanıt, onların iki devleti bir birine düşürmeye çalışması. Ama asıl gerçek şu: Bu facianın kökünde Ermeni diasporasının Türkiye’ye yönelik toprak iddiaları, SSCB yönetiminin bu durumu kendi çıkarları için kullanması ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreç var. CHP liderleri kendilerini şöyle savundu: Türkiye, SSCB gibi dev bir ülkeyi karşısına almamak, Karabağ, Nahçıvan ve Türkiye’nin bir kısmının Ermenistan’a verilmemesi için 146 soydaşımızın feda edilmesine göz yumdu…”
10 Kasım 1938’de Atatürkün vefatı, SSCB-Türkiye ilişkilerinde filizlenmiş gerilim bir az daha büyüdü. Atatürk’ün vefatından sonra, 11 Kasım 1938’de İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 2. Cumhurbaşkanı seçildi. Bunun yanı sıra, CHP Genel Başkanlığı’na atandı. 26 Aralık 1938’de düzenlenen 1. Olağanüstü Kurultay’da, İnönü partinin “değişmez genel başkanı” seçildi ve “Milli Şef” ilan edildi. İsmet İnönü 12 sene (1938-1950) Türkiye Cumhurbaşkanı görevini icra etti. Bu dönemde Türkiye dış politikasının temel çizgileri ülkeyi savaştan, askeri operasyonlardan uzak tutmak, tecavüzün geri çevrilmesi için güvenli savunma sistemi oluşturmak ve bu sistemi uluslararası anlaşmalarla güçlendirmekti.
Geçen yüzyılın 45-50. yıllarında İkinci Dünya Savaşı’nda zafer kazanmış SSCB, uluslararası alanda yükselen popüleritesini kullanarak etki gücünü tüm dünyaya, özellikle de Orta Doğu’ya yaymak için çabalıyordu. Bölgedeki Ermeni diasporasının temsilcileriyse kendilerine yakışanı yaparak ikili politika yürütmeye başladılar. Düşünce olarak Komünizme yakın olan sosyal demokrat Hnçak partisi SSCB’nin bu çabalarına destek vermeye, Milliyetçi Ermeni Devrimi Federasyonu’ysa Ermenistan SSC’nin bağımsızlığı talebini dile getirmeye başladı. Ayrıca Ermeni Apostol Kilisesi’nde de bölünmeler oldu. Öyle ki o dönem Ermenilerin 2 Katolikosu vardı. Onlardan biri Ermenistan’da, Eçmiedzin’de (Üç kilse) Sovyet hükümeti, dolayısıyla Hnçak tarafından, diğeriyse Lübnan’da Taşnaksutyun tarafından destekleniyordu. Daşnaklar Eçmiedzin Kilsesi’ni kabullenmek istemiyor ve onu Komünist rejimin kölesi olarak görüyordular. Hatta 50. yıllarda taraflar arasında silahlı çatışmalar, suikast girişimleri yaşanmışdı.
– SSCB-Türkiye ilişkilerinin gerginleşmesi konusunda Ermenilerin rolü neydi?
– Kars’tan Tebriz’e kadar (Sovyet Ermenistan’ı da dahil) “Büyük Ermenistan” kurma – SSCB yönetiminde temsil olunan Ermenilerle Amerika Ermenileri Milli Konseyi’nin ortak planı ortaya çıktı. Bu plana uygun olarak Sovyet hükümeti için Musul petrolünden yararlanmak teklifi ileri sürülmüş, buna yalnız Ermeni ve Kürt konularının çözümünden sonra ulaşmanın mümkünlüğü belirtilmişdi. O zamanlar SSCB’de Bagramyan (Sovyet Birliği Marşalı) SSCB Savunma Bakanı’nın Yardımcısı, Babacanyan – Sovyet Birliği Kahramanı, Bagyan – Sovet Birliği Generali ve SSCB devlet adamı, politikacı Anastas Mikoyan vardı.
Böyle bir durumda SSCB-Türkiye ilişkileri gerginleşmekteydi. Bu gerginliğin birinci nedeni, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra göçmenlere, özellikle de Azerbaycanlılara ve Alman orduları tarafında savaşan Türk kökenli Sovyet vatandaşlarına kucak açmasıydı.
4 Şubat 1945’de ABD, İngiltere, Sovyet devletlerinin katılımıyla Kırım’da düzenlenen Yalta konferansında İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği belirtildi ve savaş bittikten sonra her bir devletin diğer ülkenin vatandaşını iade etmesine karar verildi. Yani İngiltere Sovyet vatandaşını SSCB’ye, Sovyet devleti de İngiltere vatandaşını İngiltere’ye geri vermeliydi.
– Bu kararın kabulünden sonra Türkiye hangi adımı attı?
– O dönem söz konusu karar uyarınca Türkiye ABD ve İngiltere’nin etkisiyle aynı zamanda Sovyet devletiyle gerginlik yaşanmaması için toprağına sığınan Sovyet vatandaşlarını geri vermeliydi. Ama Türkiyeəde milli güçler Türklerin Sovyetlere verilmesine karşı çıkıyor, buna izin vermiyordu. Diğer yandan Türkiye güvenilir ve güçlü bir dünya devleti olarak tanınıyor, Almanya’ya siyasi destek veriyor ve en önemlisiyse SSCB’nin en büyük rakibi ABD’yle ilişkilerini güçlendiriyordu. Bu nedenden dolayı Stalin, Türkiye’ye askeri güçle müdaheleye hazırlanmanın yanı sıra siyasi ideoloji, sabotaj çalışmalarının başlaması için de emir verdi.
– Neler yapıldı?
– Stalin bu amacı için Ermenileri kullanmaya karar veriyor ve aynı zamanda Kürtleri bu sürece dahil ediyor. Türkiye’yi “soykırım” yapmakla, Sovyetlerin kurulduğu ilk dönemlerde Türkiye’nin onları kandırarak Sovyet Ermenistanı’nın “topraklarını” vermemekle suçlaması ve “Kürdüstan” isimli devlet kurulması Stalin’in planlarına hizmet eden şeylerdi. 1944 senesinin başlangıcından itibaren Sovyet ordusunun zaferi SSCB’nin Türkiye’ye yönelik baskılarının artmasına neden oldu. Sovyet özel harekat ve istihbarat güçlerinin Türkiye hakkında elde ettiği bilgiler SSCB’nin el kol açmasına neden oldu.
Stalin, İsmet İnönü’nün 1941’de Almanya’yı Sovyetlere saldırmaması için uyardığını bile unutmuştu. 1944 senesinin sonbaharında Boğazlar rejimine dair Montrö sözleşmesinin değiştirilmesi Türkiye’ye yönelik Sovyet politikasının temelini oluşturuyordu. 1945 Nisan ayında, 1931 senesinde imzalanmış “Karşılıklı saldırmamaya dair” SSCB-Türkiye anlaşmasının iptal edilmesiyle ilgili kararname kabul edildi. Daha sonra Stalin Potsdam konferansında açıkça Türkiye’nin Ermenistan ve Gürcistan’a toprak vermesini istedi. Stalin, Bosfor ve Dardenel’in Sovyetlerin kontrolüne verilmesini talep etti, sonrasındaysa Türkiye sınırına 30 askeri birliğin konuşlanması emrini verdi.
Ermeniler bu durumu kullanarak ülke dışından çok sayıda Ermeninin Ermenistan’a gelmek istediğini ve onlar için yeterli toprak olmadığını dile getirdiler. Moskova yönetiminden tüm Azerbaycanlıların Azerbaycan’a sürülmesini talep ettiler. Ermenilerin planına göre Türkiye’yi sadece onlara yönelik intikam aşkıyla yanıp tutuşan Ermeniler durdurabilirdi.
– Böylesine bir gerginliğin ortadan kaldırılması için hangi adımlar atıldı?
– O dönemde SSCB-Türkiye savaşının önlenmesi için diplomasiya ağırlık verildi. Türkiye’de medyada SSCB’ye yönelik hiçbir haberin yayınlanmasına izin verilmiyordu. Medya Yayın Direktörü Selim Sarper’le görüşen SSCB’nin Ankara Büyükelçisi Vinogradov, Stalin’in saldırmama konusundaki anlaşmayı yenileceğini söylüyor. İkili arasında böyle bir diyalog geçiyor:
“- Sizin de Sovyetler Birliği’ne bir jest etmenizi istiyor.
-Ne yapalım?
– Ülkenizdeki Sovyet vatandaşları olan vatan hainlerini bize iade edin.
– O zaman biz de sizden vatana ihanet edenleri istiyoruz… (SSCB’ye kaçan 15 Komünist)”
– Bu konuşmadan sonra neler oldu?
– Selim Sarper Çankakaya’ya giderek durumu Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye anlatıyor ve bu adımı atmayacakları durumunda Türkiye’nin savaşa itileceğini, bazı toprakların Ermenistana verileceğini söylüyor. Türkiye’ye sığınan 1100 kişi içinden seçilmiş bir grubun Sovyetlere teslim edilmesi için Selim Sarper’e emir veriyor. Seçilen 407 kişinin büyük bir kısmı Azerbaycanlılar ve Tatarlardı. O listede Ahıska Türkleri de vardı…
1945 Mayıs ayında SSCB’nin notasından sonra 3\2563 numaralı kararla 407 kişinin Sovyetlere teslim edilmesine dair belge imzalandı.
NOT: O dönem söz konusu karar uyarınca Türkiye ABD ve İngiltere’nin etkisi altında aynı zamanda Sovyet devletiyle karşı karşıya gelmemek, gerginlik yaşamamak için topraklarına sığınan Sovyet vatandaşlarını SSCB’ye teslim etmeye başladı. Türkiye topraklarına gelen Azerbaycan vatandaşları savaşta esir olan ya da gönüllü olarak Almanya’nın tarafına geçen askerlerdi. O askerlerin tek umudu Türkiye’ydi, ama Kırım anlaşmasına uygun olarak Türkiye onları SSCB’ye vermek “zorundaydı”. Yönetim, onların teslim edildikten sonra öldürüleceklerini veya Sibirya’ya sürgün edileceklerini biliyordu. Bu durumdan haberdar olan 128 soydaşımız Amerika kontrolündeki Vyana yakınlarında yaşadıklar ahşap evi yangına vererek korkunç bir şekilde intihar etmiştiler. (Bu karar sadece Ermeniler için geçerli değildi. 3600-4000 kişilik Ermeni askerlerinin hiçbiri SSCB’ye verilmedi ve onlara istedikleri ülkeye gitme şansı verildi.)
Ruslar ve Azerbaycanlılar da siyasi iltica hakkı edinmek için Türkiye’ye gelmişti. Azerbaycanlılar Yozgat’ta, Ruslar Manisa’da kamplarda tutuluyordu. Berlin’in işgalinden sonra burada yaşayan ve okuyan Azerbaycanlı mülteciler de Türkiye’ye gelmişti.
– İsmet İnönünün bu emrinden sonra Azerbaycanlılar ne yaptılar?
– “Esirleri derhal geri verin” – İsmet İnönü’nün bu emrini duyan Azerbaycanlılarsa “Rica ediyoruz, bizi o acımasız düşmana teslim etmeyin, bizi siz öldürün. Kendi Vatanımızda, kendi bayrağımızın altında öldürün” diye yalvardılar.
Yozgat’ta tutulan ve daha sonra özgürlüğüne kavuşan Baram Kara isimli Azerbaycanlı hatıralarında şöyle yazıyor: Biz Rusya’ya teslim edileceğimizle ilgili haberi geceden beri duymuştuk. Sabaha kadar uyumadık. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Sabah Albay Abdurrahman Öncür beni çağırdı, kahve ısmarladı ve söyledi: “Oğlum, gitmek isteyenler başka ülkelere gitsin. Artık serbest bırakılacaksınız. Ama senden ricam herkese sabah 12’de hazır olmalarını söyle. Sizi götürmek için gelene kadar dostlarından kimi kurtarmayı başarırsan kurtar, kaçın…”
Kaçan grupta toplam 34 kişinin olduğu söyleniyor. Onlardan sadece Kadim, Bayram, Mahmut, Nadir, Abbas, Rıza, Ali, Memmed, Allahverdi, Aydın, Abdullah, Cafer, Surkay, Memmed İbrahim, Nuri, Musa ve Mahmut Aslan’ın isimleri belli.
Ankara’dan gelen emirden sonra askeri üssün komutanı kaçamayan 200 kişiyi SSCB’ye teslim etmek zorunda kalıyor. Teslim edilmek için götürülünler yolda yemek yemeyi bile istemiyor, verilen yemekleri trenden dışarı fırlatıyorlar. Komutan bile onların bu durumuna dayanamayıp ağlıyor. Esirler içinde Özbek kökenli bir öğretmen bağırıyor: “Biz ana Vatan diye sığındık. Bizi neden Rusa veriyorsunuz? Ne yaptık ki size bizi kafire teslim ediyorsunuz?”
Daha sonra o Özbek ve 11 Rus trenin demir barmaklıklarını keserek kaçıyor. Azerbaycanlılarsa kaçmayı reddediyor. Azerbaycanlılar ceplerindeki son parayı, kiyafetlerini trenin pencerelerinden atarak Ruslara hiçbir şey bırakmak istemiyordular.
Grupta 80 Azerbaycan Türkü varmış. Diğerleriyse Özbek, Kırgız, Kazak, Ahıska Türkü, Gürcü ve Ruslarmış. Teslimat sırasında olay yerinde bulunan asklerlerden biri o anları şöyle hatırlıyor:
“Sovyet askerleri Boraltan Köprüsü’nü geçerek onlara teslim edilenlerinin kafalarını kapattı. Düz bir alana götürdüler. Gümrü yönünden bir otomobil geldi ve iki kişi indi. Gençleri toplayarak ellerini kollarını sallaya sallaya bir şeyler konuştular. Ama ne konuştuklarını anlayamadık. Tanklarla elleri bağlı insanların üzerinden geçerek, acımasızca ezmeye başladılar. Kaçmaya çalışanları da kurşuna dizdiler… Öldürülenler “Yaşasın Türkiye!” diye son nefeslerini verdiler.”
Köprünün diğer tarafındaki Türk subaylarından biri iade edilen insanlara yapılan işgenceyi gördükten sonra aklını kaybetmiş. Tedavi için gönderildiği hastanede de ölmüş. Doktorlar onun “Türk kardeşlerim beni çağırıyor, onlar bağırıyor, feryad ediyor, Allah’ım beni affet” diyerek can verdiğini söylemişler.
– Azerbaycanlıların teslim edilmesi ve kurşuna dizilmesi gerçeği gün yüzüne çıktıktan sonra hangi adımlar atıldı?
– 146 kişinin Sovyet devletine verildikten sonra kurşuna dizilmesi bilgisi Türkiye toplumunda büyük tepki çekti. ABD ve İngiltere o esirlerin SSCB tarafından öldürüldüğünü öğrenince Sovyet devletine resmi itirazlarını ilettiler.
-Azerbaycanlıların iade edilmesi Türkiye-SSCB ilişkilerini nasıl etkiledi?
– Bu olaydan sonra SSCB ve Türkiye arasındaki gerginlik azalmaya başladı. Daha sonra karşılıklı ziyaretler, dostluk anlaşmaları imzalandı. Üçüncü Dünya Savaşı 146 Türkün kanı sayesinde önlenmiş oldu. Ermenilerin Türkiyeden toprak alma hayalleri suya düştü. Yuları Karabağ ve Nahçıvan Azerbaycan toprağı olarak kaldı.
– Bu olay TBMM’de de müzakere edilmiş…
– Türkiye siyasi dairelerinde ve TBMM’de bu konu 1951’de müzakere edildi. “TBMM Protokol Dergisi, Dönem 9., Cilt 9, toplantı 1: 18.07.1951 Çarşamba gününde belgenin kabulü sırasında konuşma yapan Milletvekili Şevket Mocan şu sözleri söylemiş: “Bir devrin adamları bizim tarihimize bu lekeyi yazdı, mültecileri verdiler, dostlar, onlar katledildiler…”
CHP yönetiminin askerleri iade etmesi konusu 1965’te seçim döneminde gündeme geldi. 7 Ekim 1965’te Adalat Gazetesinde imzasız olarak yayımlanan yazıda İnönü’nün günahları arasında türkülere, şiirlere konu olan bu acı olaya da değinilmişti. Hatta Mehmet Kılıç imzalı Cüneyt Arkın, Oya Aydoğan, Baki Tamer gibi ünlü oyuncuların rol aldığı, 1977 yapımı “Güneş Ne Zaman Doğacak?” isimli filmde Boraltan Katliamı anlatılmıştı. Filmin 1945’de Sosyalist bir ülkeden Türkiye’ye sığınan, sonrasında şehit olan 150 Türkün aziz hatırasına çekildiği vurgulanmıştı.
Hatta bu facianın şahidi olan Türkiye sınır güçleri komutanı evine döndükten sonra gördüklerine dayanamayarak intihar etmiş…
… Bu olaydan sonra Mircafer Bağırov, 21 Ekim 1945’te Bakü askeri Dairesinin Kumandanı, Ordu Generali İ.İ.Maslennikov’a ve aynı zamanda L.P.Beriya’ya mektup yazarak durumdan rahatsızlığını ifade etti. Bağırov, Türkiye topraklarının Sovyet Ermenistanı’na katılmasının uygun olmadığını belirterek, Güney Azerbaycan ve İran “Kürdüstan”ı aracılığıyla Irak’taki petrol kaynaklarına, Musul’a sahip olmanın daha kolay olduğunu vurguladı. Daha sonra süreç tamamen farklı bir coğrafyada devam etti..
Sehavet Memmed
www.yenicag.info