Anlatmaya sohbetin ortasından başlamak istiyorum…
SSCB güreş ustası, Azerbaycan`ın emektar antranörü Ali Sarıyev konuştuğumuz zaman birden yumruğunu masaya vurdu ve ağlamaya başladı. Öfkeli gözlerinden yaş akıyor. Böyle bir durumda sanki bunu söylemek istiyor: “Biliyor musun neden ağlıyorum? O ermenilerin hiçbiri benim bileyimi bükemezdi, yakınıma bile yaklaşamazdı.
Fakat bir tokatla bile yere serebileceyin birisi seni dövüyor, çalıştırıyor, horoz dövüştürür gibi seni dövüştürüyor ve ıslık çalıyor. O zaman da yanıyordum şimdi de yanıyorum. Anlatmak kolay… Şimdi ermeniyle düşman olmaya karşı çıkıyor, hümanizm diyor, halkların dostluğundan konuşuyorlar. Peki ermeni zulmünü tüm vahşetleriyle yaşayan insanlarımıza ne söyleyelim? Onları nasıl inandırabiliriz ki, sen ermenilerin yaptıklarını unutmalısın, biz şimdi dostuk. Nasıl ha, nasıl?…”
Birinci yazı BURADA
Bizi Hankendi`ye çalıştırmaya getirmişdiler. Burada bize sokakları temizletiyor ve diğer işleri yaptırıyorlardı. Nezarethanede 7 genç ermeni vardı. Vahan geldi ve onları hapishanenin önündeki sahaya çıkarıp bana döndü ve “Ali, burada birkaç firari ermeni var. Onlarla güreşmek ister misin?” dedi. Ben de güreşebileceğimi söyledim. Bana hangisi ile güreşmek istediğimi sordu, ben de durmadan yedisiyle de güreşirim dedim. Vahan bana dedi ki, eğer bunları yenersen 3 ekmek vereceğim sana. 5 dakika içerisinde 7 ermeninin de sırtını yere vurdum. Vahan ermeni dilinde sürücüsüne bir şey söyledi ve o da gidip 4 ekmek getirdi.
(Biz konuşurken Ali Sarıyev ekmeklerin sayısından konuşurken gözleri aydınlanıyordu. Sanki yine açlık yaşıyordu ve ekmekleri ona vercektiler.)
Ekmekleri verdi bana. Gözümüz aydınlanmıştı. Arkadaşların hepsi sevinçten beni kucaklayıp öpdüler. O 4 ekmeğin bizim için nasıl bir şey olduğunu yaşamayan anlayamaz.
Rus askerin ölümü
Hankendi hapishanesindeydik. Sergey Şatohin isimli bir rus vardı. Bizim tarafımzıdan dövüşüp esir düşmüştü. Ondan başka orada Viktor, Aleksey, Oleg ve Vitali isimli rus esirler de vardı. Ermeniler Viktor`u döverek öldürdüler. Sergey bana karısının doktor olduğunu söyledi. 15 yaşında da bir oğlu varmış. Azerbaycan`ın kendisine büyük para verdiğini dedi. “O para aileme sonuna dek yeter. O kadar çok ermeni öldürmüşüm ki, sayını unutmuşum. Esirlikten kurtulduktan sonra bu itleri yine öldüreceğim.” demişti bana.
Bir gün hapishane nezaretçisi silahını yere bırakıp ayakkabısının iplerini bağlıyordu. Sergey onun silahını götürüdü ve oradaki ermenilerden ikisini öldürdü, biriniyse yaraladı. Silahın şarjörünü değiştirdi ve kapıyı açmak için ateş etti. Fakat kapı açılmadı. Ermeniler de dışarıdan kapıya ateş ediyorlardı. Sergey nezarethanenin bodrumuna indi. Karşılıklı ateş edildi. Sergey`le böyle baş edemeyeceklerini anladılar ve bodrum katına kumbara attılar. Sergey öldü. Bu olaydan 20 gün sonra Primakov Rusya`nın Dışişleri bakanı oldu ve esirlikteki rusları serbest bıraktırdı.
1994 yılıydı. Hapishane nezaretçisi bana çim biçmeyi beceren birkaç çocuğu yanımda götürmemi söyledi. İki kişi seçtim. Biri İsmayıllı`dandı, diğerinin hangi bölgeden olduğunu unuttum. Bizi Şuşa`ya götürdüler ve üç kişinin güçlükle yerleştiği çadıra saldılar. Çadırın önüne de köpek bağlamıştılar.
Ertesi sabah kuşların sesine uyandım. Çadırdan başımı çıkarıp Şuşa`nın o güzel tabiatını gördüm. Orman vardı karşıda. Ormana yakın arazide 100 tane falan keçi otluyordu. Önce onların yabani keçi olduklarını sandım. Sonraysa bunun öyle olmadığını anladım. Ermenilere bu keçilerin kimin olduğunu sordum. Bana keçilerin kelbecerlilerin olduğunu söylediler. Vahşileşmiştiler.
Orada yakınları savaşta ölen ermeniler bizi gördükleri zaman bize saldırıp vuruyorlardı.
Mısmana köyünde sonradan Ermenistan Cumhurbaşkanı olan Sarkisyan`a ev yapıyoruk. Ustalığı ermeniler kendileri yapıyorlardı. Namık baltayla ağacı yontuyordu. Onun yakınında elinde uzun tahta tutan bir ermeni vardı. Birden tahtayı Namık`ın başına vurdu. Namık öyle kala kaldı. Tahtada çivi varmış… Çivi Namık`ın başına girmişti. Esirlikten çıktıktan sonra Namıkla karşılaştık. Beni hatırlamadı. O olaydan sonra hafızasını kaybetmişti…
Ermeni bayrağına tükürmek
Bir gün dövüşçülerle askerleri ayırdılar. Dövüşçülerin arasında önde duran bir oğlan vardı. Önce onu çıkardılar. Ona ermeni bayrağını öpmeği, Azerbaycan bayrağına da tükürmeği emrettiler. O Azerbaycan barağına tükürmeyeceğini söyledi. Onu sopayla dövdüler. O da bayrağımıza tükürüp kaçtı. Başka biri de vardı orada. O önce Azerbaycan bayrağının yanına gitti. Bayrağımızı açtı, yere serdi ve öptü. Sonra Ermenistan`ın bayrağına tükürdü. Onu bayılana kadar dövdüler. Sonra da tek kişilik hücreye attılar.
Esirlerin arasında Atilla Yumak isimli Türk de vardı. Ermeniler onu her gün dövüyorlardı.
Yeni yıl “hediye”si
Hapishanede 30`a dek domuz besliyorlardı. Hasan ve Kelbecer`den Rehim amcayla domuzlara yemek veriyorduk. 6 kazan patatesi ve 1 kazan da sofrada kalmış ekmekleri domuzlara yediriyorduk. Her defasında patateslerden torbaya doldurup çocuklara götürüyordum. Bu 6 ay böyle devam etti. 31 Aralık 1994 yılında bunu nezaretçilerden biri gördü. Çocukları yemek yerken yakaladılar. Esirlere patatesi kimin verdiğini sordular. Onlar söylemeye mecbur kaldılar. Çünkü sonra onlara işkenceler verecektiler. Ermeniler beni nezaretçilerin uyudukları odaya götürdüler. Bana neden domuzların yemeyini Türklere verdiğimi sordular. Kabul etmedim. Sopayla vurdular bana. “Evet, ben verdim” dedim. Başımı vurdular. Yıkılmadım. Malyu adlı ermeni Rusça sövdü beni. Belki de 100 sopa vurdu bana. Ayakkabısını çıkardı. Ayakkabının altında çiviler vardı. Ayağıma vurdu. Sol ayağım şimdi de çalışmıyor…
Ermeniler geceleri içip nezarethaneye geliyor, dövüşen çocuklara işkenceler yapıyorlardı.
Ermeniler Horadiz dövüşünden sonra göç etmeye başlamıştılar. Hankendi`ye gidiyorlardı. Savaş bir az da uzasaydı hepsi gidecekti. Şuşa`da 15-16 aile kalmıştı. Onlar da Azerbaycan`ın farklı bölgelerinden göçmüşlerdi. Kadınlardan biri Yevlah`da rahat yaşadığını söylüyordu: “Allah evlerini başlarına yıksın bunların, geçinip gidiyorduk işte.”
Bizimle bir yerde İlham adlı bir vatan haini de vardı. Esirlikten döndükten sonra onu tutuklayıp idam cezası kestiler, sonra da cezasını ömürlük hapisle değiştirdiler. O bizim esirlere ermenilerden de fazla işkenceler yapıyor, zulüm veriyordu. Aleksey`e tecavüz ediyordu. Esirlerden en çok Atilla, Azer, Abuzer ve Rafig`i dövüyorlardı.
Bir gün ormanda ağaç kesiyorduk. Nezaretçi Muhtar bana dedi ki git İlhamı`ı döv. Ben de ona “Ben onu döversem, o da beni Slavik`e satar” dedim. Muhtar bana “Ben sana söylüyorum, git döv” dedi. Ben de gittim ve İlham`a çalışmasını söyledim. Bana “Başın bedenine ağırlık yapmasın” dedi İlham. İlham`ı yere yıkılana kadar dövdüm. Bizim çocuklar da “Ali, öldür onu, öldür onu” diye bağırıyorlardı. Muhtar Slavik`e ne söylemiştise İlham`ı dövdüyüme göre bana hiç bir şey demedi.
Eski spor arkadaşı ile görüş
1976-1977 yıllarında İrevan`da Spor Enstitülerinin turnuvası gerçekleştiriliyordu. Orada birinci oldum. Bir sonrakı yıl turnuvada Kiev`de yaşayan Nalbandyan isimli bir ermeniyle güreştim. Berabere kaldık…
Hankendi`nde nezaretçiyle yol kenarında durmuştuk. Yanımızdan araba geçti. Bir az gittikten sonra durdu ve geri döndü. Arabadan bir kişi indi. Ermeni dilinde bir şey sordu ve nezaretçi de Türk olduğumu söyledi. O adam bana rusça yüzümün ona tanıdık geldiğini söyledi. Benim yerime nezaretçi güreşçi olduğumu dedi. Ben de ona sen beni İrevan`da görmüşsün dedim. Bana hatırladığını söyledi. Nalbandyan`dı o. Konuştuk onunla. Gittiği zaman bana “Biz düşman olsak bile seninle böyle bir ortamda görüşmek istemezdim” dedi. Arabaya oturdu ve gitti. Bu sözüyle yüreyime ateş etti sanki. Ağladım. Nezaretçi neden ağladığımı sordu, cevap veremedim…
Esirlikte 1 yıl 8 ay 8 gün kaldım. 8 Haziran 1995 yılında listede 3. yerde benim ismimdi. Akrabalarımız serbest kalmamız için para ödemiştiler…
Esirlikten kurtulduktan sonra yaşananlar hakkında konuşmak anlamsız… Bundan sonra yeni hayata ayak uydurmak çok zor…
Sehavet Memmed
Çeviri: Agil Bekir