The New York Times, Tahran yönetiminin istihbarat faaliyetleriyle Irak’taki nüfuzunu artırma çabalarına ilişkin 700 sayfalık istihbarat belgeleri yayımladı.
İran ve Irak’ın kitlesel protestolarla sarsıldığı bir süreçte, 18 Kasım’da, ABD merkezli New York Times gazetesi ve The Intercept adlı internet sitesi, Tahran yönetiminin istihbarat faaliyetleriyle Bağdat yönetimi üzerindeki nüfuzunu artırma çabalarına ilişkin 700 sayfalık istihbarat belgeleri yayımladı. Gerçekliği doğrulandığı iddia edilen sızdırılmış belgelerin, İran İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin ağırlıklı olarak 2014 ve 2015 yıllarında Irak’ta yürüttüğü faaliyetleri içeren çok sayıda telgraf ve rapora dayandırıldığı öne sürülüyor. Peki, sızdırılan İran istihbarat belgeleri, ABD’nin 2003’teki işgali sonrası istikrara kavuşamayan Irak için ne ifade ediyor? Söz konusu belgelerin zamanlaması ayrı bir anlam taşıyor mu?
Irak işgali sonrası ülkedeki kontrolünü artıran İran; Saddam döneminde İran’a sığınan ve işgal sonrası Irak’ta önemli görevler alan Iraklı Şiilerin ve ülkedeki nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şii kitlenin de etkisiyle hem hükümette hem de devlet kadroları ve ordu içerisinde etkinlik kurmayı başardı.
Devrim ihracı yoluyla Irak’ı ikinci bir İran yapma amacında olduğu değerlendirilen İran’ın ülkedeki etkisi, nüfuzu altındaki ya da etki alanına alabileceği yöneticilerin başa gelmesi ve özellikle DEAŞ’la mücadele kapsamında kurulan Şii milis örgütü Haşdi Şabi’nin güvenlik bürokrasisinde etkinlik kurması ile tavan yaptı. DEAŞ ile mücadeleyi Irak’taki nüfuzunu korumak ve artırmak için kullanan İran, 2014-2015 tarihli sızdırılmış belgelerde de örtüştüğü üzere, DEAŞ’ın büyük bir tehdit oluşturduğu 2014 yılından itibaren Bağdat yönetiminin askeri ve bürokratik zayıflığından yararlanarak, Haşdi Şabi ve Devrim Muhafızları üzerinden Irak’ı arka bahçesi haline getirdi.
Sızdırılan belgelere göre, İran’ın, Maliki’den sonra Haydar el-İbadi’nin Irak’ta başbakanlık koltuğuna oturmasından ilk başlarda pek memnun kalmadığı anlaşılıyor. Belgelerde, İbadi’nin Batı’ya yakın ve mezhepçilik gütmeyen biri olarak değerlendirilmesinin, Tahran’ın başlangıçta İbadi’ye tereddütle yaklaşmasına neden olduğu öne çıkıyor.
Belgelerde öne sürülen İran etkisi altındaki Iraklı yöneticiler hakkında iddia edilen ifadeler dikkate alındığında, Irak’taki nüfuzunu ilk etapta başbakan ve bakanlar üzerinden kurgulamaya çalışan İran’ın, etnik ve mezhebi kadrolar üzerinden teşkil edilen Irak bürokrasisindeki Şii isimler aracılığıyla da kadrolaştığı öne çıkıyor.
İşgal sonrası iki dönem başbakanlık yapan ve Mayıs 2018 seçimlerinde lideri olduğu Kanun Devleti Koalisyonuyla parlamentoya giren Nuri el-Maliki için belgelerde “Tahran için en sevilen adam” ifadesi yer aldı. Saddam Hüseyin’e muhalif olan birçok Şii siyasetçi gibi Maliki de 1980’lerde İran’da yaşadı ve 1980-1988 yılları arasında gerçekleşen İran-Irak Savaşı’nda Tahran safında savaştı. Maliki, İran’a kaçan muhalifler gibi Saddam’ın 2003 yılında devrilmesinden sonra ülkesine geri döndü ancak İran’ın, Iraklı yeni kuşak politikacılar üzerindeki etkisinden kurtulamadı. Nitekim Maliki’nin başbakanlığı döneminde takip ettiği aşırı mezhepçi ve Sünnilere yönelik baskıcı politikalar nedeniyle DEAŞ’ın ülkedeki yükselişinden en fazla faydalanan İran, Şii milis grubu Haşdi Şabi üzerinden ülkede güvenlik ve siyaset alanında gücünü pekiştirdi.
Belgelerde de belirtildiği üzere, Suriye iç savaşının şiddetlendiği, DEAŞ’ın Irak’ın neredeyse üçte birini ele geçirdiği ve ABD’nin ülkede derinleşen krizle yüzleşmeye başladığı 2014 sonbaharından itibaren İran’ın Irak siyaseti üzerindeki egemenliği yükselişe geçti. Maliki’nin mezhepsel fay hatlarını ciddi ölçüde hareketlendiren tutumunun, İran’ın ülkede sahaya nüfuz etmesini kolaylaştırdığı düşünülebilir. Maliki’nin bugün İran-Irak Savaşı sürecinde İran tarafından kurulan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyinin (SCIRI) askeri kanadı Bedir Tugaylarının lideri ve şu anda hükümet ortağı olan Hadi el-Amiri ile aynı koalisyonda yer alması, sızdırılan belgelerin gerçekliğini bir ölçüde doğrular nitelikte.
İşgal sonrası Irak’ta; başbakan, bakan, devlet ve güvenlik bürokrasisi üzerinden kurguladığı ilişkilere ek olarak, kriz dönemlerinde de İran’ın Ortadoğu politikalarındaki kilit isim olan Kasım Süleymani’nin Irak’ta sahaya indiği iddiaları hatırlanıyor. Belgelerde, Kudüs Gücü’nün silah ve yardım karşılığında, Irak’ta petrol, iskân ve altyapı projeleri almak adına rüşvetler verdiği öne sürülüyor.
Sızdırılan belgelere göre, İran’ın, Maliki’den sonra Haydar el-İbadi’nin Irak’ta başbakanlık koltuğuna oturmasından ilk başlarda pek memnun kalmadığı anlaşılıyor. Belgelerde, İbadi’nin Batı’ya yakın ve mezhepçilik gütmeyen biri olarak değerlendirilmesinin, Tahran’ın başlangıçta İbadi’ye tereddütle yaklaşmasına neden olduğu öne çıkıyor. 2014 seçimlerinde Irak’ta hükümeti kurma görevinin seçimleri kazanan Maliki’ye değil de İbadi’ye verilmesinin arkasında ABD’nin olduğu ve Irak’taki en büyük Şii merci Ayetullah Sistani’nin Maliki’nin yeniden başbakan olmasına rıza göstermediği yorumları hatırlandığında, İran’ın bu konuya göz yumduğu anlaşılıyor. Buna rağmen, İbadi’nin başbakanlık koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra yazılan bir raporda, İran istihbaratıyla temas kurmaya hazır olduğu belgelerde yer alıyor. Özellikle de belgelerde ifade edildiği üzere, 2014’ün sonlarına doğru Irak Savunma Bakanlığı’nın askeri istihbarat komutanlarından Tuğgeneral Hatem El-Maksusi’nin İranlı bir yetkiliye ilettiği, “Irak ordusunun tüm istihbaratı sizin istihbaratınız sayılır.
Neye ihtiyacınız olduğunu söyleyin, gerekeni sağlayayım” gibi mesajlarla Irak’ta savunma ve istihbaratın İran’a teslim edildiği iddiası dikkate alındığında, İbadi istemese dahi Irak sahasında oldukça güçlü olan İran ile yakın ilişkilerin kaçınılmaz olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Zira İbadi, bu olaydan bir yıl sonra Şii milis gücü Haşdi Şabi üzerindeki İran etkisini kırmak için örgütü kendisine bağlı resmî bir güç haline getirdi. Hatta İbadi’nin, 2018 Eylül’ünde, görevden ayrılmadan önce, Haşdi Şabi’nin resmî lideri ve İran’a yakınlığıyla bilinen Ulusal Güvenlik Danışmanı Falih Feyyad’ı görevden alarak Haşdi Şabi’nin başına geçtiğini bildirmesi, İran’ın endişelerinin haksız olmadığını gösteriyor. Nitekim İbadi, hükümetin diğer ortağı ve İran karşıtlığıyla bilinen -her ne kadar şu aralar belirsizlik olsa da- Mukteda es-Sadr’ın bloğunda yer alıyor.
Sızdırılan belgelerde, son dönemlerde protestolardan dolayı koltuğu sallanan Başbakan Adil Abdülmehdi için 2014’te petrol bakanı olduğu sıralarda “İran Devrim Muhafızları ile özel ilişkisi” vardı ifadesi kullanılıyor. Saddam döneminde de her muhalif Şii politikacı gibi İran ile ilişkileri olduğu bilinen Abdülmehdi’nin Tahran ile ilişkilerinin niteliğine ilişkin net ifadeler kullanmak zor görünüyor. Ancak, özellikle 2018 seçimlerinde ortaya çıkan çok parçalı siyasi düzlemde, İran’ın desteği olmadan Iraklı hiçbir siyasetçinin başbakan olamayacağını belirtmek gerekir.
Özellikle de protestolar devam ederken, hükümetin en güçlü ortakları İran’a yakınlığıyla bilinen Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri’nin ve Sairun lideri Mukteda es-Sadr’ın Başbakan Abdülmehdi’den güvenoyunu çekmesi ve hükümetin düşürülmesi konusundaki çağrıyı desteklemesi ama sonradan Abdülmehdi’nin koltuğunda kalması konusunda tutum sergilemesi, Tahran’ın ülkedeki karar verme mekanizmasındaki rolüne dair ipuçları veriyor. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin Ekim ayında Bağdat’ta gerçekleştirdiği gizli bir toplantıyla, Abdülmehdi’nin görevden alınmasını engellediği iddiaları dikkate alınırsa, Tahran’ın siyasetçilerle çözemediği problemlerde sahaya Süleymani’yi göndermesi, İran’ın askeri gücünün de Irak siyasetindeki etkisine işaret ediyor olabilir.
İşgal sonrası Irak’ta; başbakan, bakan, devlet ve güvenlik bürokrasisi üzerinden kurguladığı ilişkilere ek olarak, kriz dönemlerinde de İran’ın Ortadoğu politikalarındaki kilit isim olan Kasım Süleymani’nin Irak’ta sahaya indiği iddiaları hatırlanıyor. Belgelerde, Kudüs Gücü’nün silah ve yardım karşılığında, Irak’ta petrol, iskân ve altyapı projeleri almak adına rüşvetler verdiği öne sürülüyor. Bunun yanı sıra, belgelerde, Süleymani’nin, Suriye’de Esed rejimini desteklemek için gönderilen silah yüklü uçakların Irak’ın hava sahasına erişimine ilişkin dönemin Ulaştırma Bakanı Bayan Cabr’ı ziyaret etmesi ve isteğinin hemen kabul edilmesi detayına yer veriliyor.
Sızdırılan belgelerde; İran’ın istihbarat faaliyetlerinin temel hedefleri arasında, İran ve Irak’ın toprak bütünlüğünü tehdit edebileceği endişesiyle bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının ve Sünni militanların İran sınırında varlık göstermesinin engellenmesi de öne çıkıyor. Ayrıca, Irak’ın bölünmesi ve ülkedeki Şiilerin hedef haline geleceği bir mezhep savaşının engellenmesi de bu hedefler arasında sayılıyor. Süleymani’nin, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) 2017’de düzenlediği bağımsızlık referandumu sonrasında, Kerkük’ün IKBY’den alınması sürecinde direniş sergilememeleri konusunda Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) içerisindeki Talabani ailesine mensup kişilerle anlaştığı iddia edilmişti. Belgelerde bir diğer öne çıkan “İran’ın asıl hedefinin, diğer stratejik amaçlarla beraber Irak’ın parçalanmasını ve bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasını önlemek” ifadeleri bu bağlamda mühim bir yere oturuyor.
Belgelerde ayrıca, Irak’ın eski Meclis Başkanı Selim el-Cuburi’nin de Sünni olmasına rağmen İran ile yakınlığı iddia ediliyor. Cuburi her ne kadar yalanlasa da belgelerde kendisinin üst düzey bir siyasi müsteşarının İran istihbaratının elemanı olduğu iddiasına yer verilmesi, Tahran’ın Irak’taki kadrolaşmasını çok yönlü kurguladığı şeklinde bir yoruma kapı aralıyor.
Ayrıca, belgelerde, İran’ın, ABD’nin 2011’de Irak’tan asker çekme kararının ardından önceden CIA’ya çalışan muhbirleri kendine devşirdiği iddiasına yer veriliyor. Bu iddia ise ABD’nin, Irak’ta etkisini giderek artıran İran’a ülkeyi teslim ettiği yönündeki eleştirileri akıllara getiriyor.
İstihbarat belgelerinin sızdırılması, 1 Ekim’den bu yana Irak sokaklarını tutan halkın işsizlik, yolsuzluk, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve yerine getirilmeyen vaatler nedeniyle Bağdat hükümetini protesto ettiği bir döneme denk geldi. Irak’ta nüfuzunu her geçen gün artıran Tahran yönetimi, İran destekli Iraklı Şii politikacılar ve Şii milis grubu Haşdi Şabi’ye karşı büyük protestoların gerçekleştiği bir dönemde sızdırılan bu belgeler, gösterilerde öne çıkan İran karşıtlığı ve bunu körükleyen Iraklılık kimliğinin güçlenmesine yol açabilir.
Öte yandan, İran’ın müdahaleci ve mezhepçi politikalarını da öne çıkartan belgelerin, ABD Savunma Bakanlığına (Pentagon) bağlı Savunma İstihbarat Ajansının (DIA) ilk kez İran’ın Askeri Gücü Raporu yayımladığı ve ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının arttığı bir süreçte sızdırılması da ABD’nin İran karşıtı politikasına zemin sunuyor. Özellikle de Washington ile Tahran arasındaki gerilimin Irak sahasına şiddetli biçimde yansıdığı, ABD’nin Irak’taki Tahran destekli Şii milis gruplarına yaptırımlarının devam ettiği ve İran’ın desteklemediği bir politikacının Irak yönetiminde etkin olamadığı bir dönemde ortaya saçılan belgeler, ABD’nin Irak’ta artan İran nüfuzunu hedef alan son dönem hamlelerine de alan açmakta.
Son olarak, belgeleri sızdıran kaynağın teyit edildiği ve gizli yazışmaları sızdırmasının nedeni olarak “İran’ın ülkemde neler yaptığını dünyanın bilmesini istiyorum” ifadesini kullandığı belirtildi. Belgelerde öne çıkan birçok ifadenin İran’ın Irak’ta kurduğu nüfuzunu doğrular nitelikte olmasına rağmen, söz konusu belgelerin Iraklı bir kişi tarafından sızdırılması ile bir istihbarat operasyonu ile basına sızdırılması arasında fark var.
İddia edildiği üzere, belgelerin Iraklılar tarafından sızdırılmış olması halinde, ülkede İran karşıtlığının ne derece artmış olduğu ve önümüzdeki dönemde kuvvetlenen bu Iraklılık kimliğinin İran’ı hedef alacak başka süreçlerle de devam edebilme ihtimali akıllara gelmektedir. Öte yandan, belgelerin istihbarat operasyonu olarak sızdırılmış olması halinde ise, Irak’ta artan İran etkisinden rahatsız olan ABD, İsrail ve Batılı ülkelerin, Irak’ta varlık göstermek ve İran’ın ülkedeki etkisini azaltmak adına mevcut İran karşıtlığını körükleyerek politikalarına zemin oluşturmaya çalıştıkları değerlendirilebilir.
AA