Türkiye neden başkanlık sistemini seçmeli? - Profesör Şahlar Asgerov açıklıyor  

Türkiye referanduma hazırlanıyor. Belki “evet”, belki “hayır” çıkacak. Azerbaycan’da da bu referandum gelişmeleri takip ediliyor. Bu konuda yapılan yorumlar içerisinde profesör Şahlar Askerov’un bakışı dikkat çekiyor. 

Yeniçağ.az`a konuk olan Şahlar Askerov ile bu konuyu detaylıca konuştuk.

-Şahlar hocam, bugün bölgemizde gündemde olan en güncel konulardan biri Türkiye’de sistemin değiştirilmesidir. Sizin de bu konuda ilginç bir görüşünüz var. Doğu ülkeleri için öncelikle başkanlık sistemi daha mı gerekli?

– Evet, benim tutumum o kadar da standart değil. Türkiye Başbakanı’nın bir konuşmasını dinlemiştim. Başbakan, yakında parlamentoya ülkede yöntemin değiştirilmesi hakkında bilgi göndereceklerini söylüyordu. Bu bilgide ülkenin yönetim sisteminin parlamento yönteminden başkanlık yöntemine geçirilmesinin daha makul olduğu gösteriliyordu. Ben de bu geçişi çok makul buluyorum ve düşünüyorum ki, bugünkü Türkiye için de bu ilerici bir adım olacaktır. Çünkü dünyada başkanlık sisteminin mevcut olduğu güçlü devletler vardır, öncelikle buna ABD’yi, Fransa’yı örnek gösterilebiliriz. Bununla birlikte Avrupa’da parlamento sistemi ile yönetilen devletler de çoktur. Bence, Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konum onun başkanlık sistemiyle yönetilmesini gerektiriyor. Bunun da birçok nedeni vardır. İsterseniz bu sebepleri sizin için söyleyebilirim.

– Elbette, çok iyi olur. Bugün Türkiye’de bu konuda fikir ayrılıkları var. Karşımızda “evet”çilere ve “hayır”çılara bölünmüş bir Türkiye var. Aynı zamanda Türkiye’nin birçok komşuları Türkiye’de sistemin değiştirilmesini istemiyor.

– Madem ki bu Türkiye vatandaşları tarafından tartışılıyor, ben isterim ki, kendi bakışımızı açıklayalım. İlk olarak, Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konuma, komşularına dikkat ederseniz görürsünüz ki, Türkiye’nin komşularının çoğunluğu kötü niyetli. Bir tarafta Yunanistan, bir tarafta İran, bir tarafta Ermenistan, bir tarafta Suriye. Bu faktör çok önemli bir faktördür ve onu gözümüzden kaçırmamalıyız. Başkanlık sisteminin aksine olan insanlar mutlaka Avrupa’yı örnek gösterecekler. Daha sonra da orada demokrasinin gelişmesinden konuşacaklar. Bakınız, Fransa’da da, Amerika’da da demokrasi çok başarıyla gelişmiştir. Ben Türkiye’mizin başkanlık sistemini seçeceği taktirde demokrasi için tehlike oluşacağını düşünmüyorum. İkinci olarak, bu Avrupa ülkelerine bakınız, bu komşular arasında dengesizlik yoktur. Neden yok? Çünkü onları Hıristiyanlık, Hıristiyan kültürü birleştiriyor ve ayrıca onların düşünce tarzları da aynıdır. Herhangi Avrupa devletini bakınız, örneğin Çekoslavakya. Çevrelerine bakın, sınırlarında hiçbir gerginlik yok. Çünkü sağı da, solu da, yukarısı da, aşağısı da aynı Hıristiyan kültürüne dayanan ülkelerdir. Üstelik onların düşünce tarzları da aynıdır, çünkü yaklaşık kişi başına düşen gelir de aynıdır, insan potansiyelinin gelişme endeksleri de aynıdır. Yani Avrupa’da devletler neredeyse birbirine eşit olduğu için çok rahat yaşıyorlar. Ancak Türkiye’de durum tamamen başkadır. Eğer Türkiye’nin Japonya gibi, İngiltere gibi, Avustralya gibi komşuları olsaydı, böyle bir adım atmanın önemi olmazdı. Ama madem Türkiye çok sayıda komşusu var ve çoğu komşusu da kötü niyetli, o zaman Türkiye yönetim sistemini bir daha gözden geçirmelidir. Bu yüzden de ben bu adımı çok normal buluyorum.

– Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin değiştirilmesi iddiası da ortadadır ve insanları en çok rahatsız eden konulardan biri de budur. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, yani 1923 yılında da aynı durum vardı ve Türkiye daha büyük tehlikelerle karşı-karşıyaydı. O dönemde bile bu sistem değiştirilmediyse, neden şimdi sistemin değiştirilmesi gerekli?

– Bence, bugünkü Türkiye Atatürk Türkiye’sinden çok farklı durumda. O dönem için Atatürk Türkiye’si daha rahat komşularla çevrilmişti ve Türkiye içinde çelişkilerin oranı daha düşüktü. Böyle bir zamanda Türkiye bu yolu seçti ve kendini cumhuriyet ilan etti. Uzun yıllar da bu yolda ilerledi ve başarı kazandı. Ben inanmıyorum ki, yapısal açıdan yönetim sisteminin daha yüksek düzeye kaldırılması Atatürk düşüncelerinden vazgeçmek demek değildir. Atatürk düşüncelerini yeni sistemde de uygulamak mümkün. Düşünün bir model arabada gidiyorsunuz ve o düşünceler sizin kafanızda, şimdi o arabanın modeli değişiyorsa, sizin düşünceleriniz de mi değişecek? Yine aynı insan olacaksınız, sadece arabanın yapısı değişecek. Ben konuyu kısaca böyle anlıyorum.

– O dönemde de Türkiye’nin genelinde sorunlar vardı, özellikle Doğu tarafta isyanlar vardı. Türkiye o zaman hatta savaştan yenilerek çıkmış bir ülkeydi. Bugün “hayır”çıların en büyük iddialarından biri Türkiye’nin tek kişiye teslim olması konusudur. Peki bu konuda ne düşünüyorsunuz?

– Biraz önce belirttiğim gibi, o zamanki Türkiye ile bugünkü Türkiye aynı değil. Türkiye’nin o zamanki durumunda bu kadar gerginlik yoktu. Huntington’ın teorisine göre SSCB dağıldıktan sonra kültürler birbirleriyle mücadele edeceklerdi. Eğer SSCB dağılmadan önce tüm gerilim Berlin duvarlarının üzerinde toplanmışsıda, Berlin duvarları dağıtıldıktan sonra gerginlik devletlerin sınırlarına yayıldı. Ben profesörün bu fikirlerini kabul ediyorum, ama biz bu gerilimleri Avrupa devletlerinin sınırlarında değil, Türkiye sınırında görüyoruz. Bu nedenle de Türkiye bu gerilimin önlenmesi için bir şeyler yapmalıdır. Türkiye 2003 yılından 2008 yılına kadar çok hızla gelişmiştir. Yıldan yıla genel üretim, kişi başına düşen milli gelir artmıştır. Neredeyse 3500 dolardan 10000 dolara kadar yükselmiştir. 2009 yılından bu yana ise bu artış durmuştur, 8 yılda artış önceki yıllar kadar değil, nüfusun sayısı da çoğalınca artış o kadar dikkat çekmiyor. Türkiye bir şeyler yapmalıdır. Bu eski yapı Türkiye’yi ileri götüremiyor.

Burada iki yol var: ya önceki sistemi – yani güçlü parlamento sistemi yöntemini sürdürmeli, ya da yeni bir yönetim usulüne geçmeli. Ben ikincinin taraftarıyım. Müsaadenizle neden ikinci yolun taraftarı olduğumu anlatayım. Hem Atatürk’ün, hem de herhangi Türkiye devlet başkanının önündeki temel mesele kudretli Türkiye devleti kurmak olmuştur. Birkaç sene önce Türkiye devletinin yöneticileri Türkiye’yi 2023 yılına kadar en güçlü ekonomik top ona yükseltmek istiyorlardı. Yani Türkiye ekonomik açıdan dünyanın en güçlü on devleti sırasında olmak niyetindeydi. Şu anki yönetim sistemi Türkiye’yi o noktaya götüremiyor; çünkü yönetim sistemi parlamenter yönetim sistemidir. Parlamenter yönetim sistemi başkanlık yönetimine nazaran kusurludur. Çünkü parlamento partiler arasında paylaşılmaktadır, bölünme varsa yönetimin kalitesi biraz azalıyor. İkincisi, parlamentoya herhangi komşu devlet müdahale edebiliyor. Bu doğrudan müdahale olmuyor, fakat muhakkak gizli müdahaleler oluyor. Milletvekillerinin konuşmalarına dikkat ediniz, herkesin konuşmasından kime hizmet ettiği belli oluyor, parlamentoda hangi devletin sözünü söylediği anlaşılıyor. Geçenlerde bizim parlamentomuzun bir üyesi Karabağ yarasını bizim yüreğimize Osmanlı İmparatorluğu’nun açtığını söyledi. Azerbaycan’da bu kişinin sözünü kaç insan savunur? Hiç kimse savunmaz. Bu onun sözü mü, yoksa onun arkasında duran gizli gücün mü? Bence, bu o gizli gücün sözüydü. Parlamentoya müdahale etmek mümkündür. Başkanlık yönetemine müdahale etmek zordur. İkincisi son on-yirmi yılın çok ünlü bir teorisi var: karmaşık sistemler teorisi. Devlet kendisi karmaşık bir sistemdir, karmaşık sistemi kontrol etmek çok zordur. Eğer yönetimi kolaylaştırmak istiyorlarsa, karmaşıklığı azaltmaları gerekir. Başkanlık yöntemine geçmek yönetimi kolaylaştırmak demektir. İkinci, parlamenter kontrol yöntemine müdahale etmek kolaydır, başkanlık yöntemine müdahale etmek zordur. Tabii ki, bu tür müdahaleler eden dış güçler propaganda yapacak ve diyecek ki, böyle bir değişiklik işe yaramaz, hatta gerekmiyor. Onların bu sözleri iyi niyetle söylediklerine inanmıyorum. Demek ki, birinci sistem basitleşiyor, ikinci müdahalenin önüne geçmek kolaylaşıyor, üçüncüsü Türkiye dost olmayan devletlerin etkisinden kurtuluyor. Geçmişe-yani sultanlığa dönmeyi iddia ediyorlar. Ben düşünüyorum ki, halk cumhurbaşkanına daha fazla itibar ediyorsa, bu da Türkiye’nin yararına olan bir şeydir. Yani burda artılar çoktur, negatifler azdır. Üstelik benim son araştırmalarımdan aldığım en değerli sonuç şudur ki, insana ait edildiğinde, ki ben buna olgunluk emsali, cansızlara ait edildiğinde ise kalite emsali diyorum. Olgunlik emsali eşittir, çizginin üstünde toplumsal çıkar, altında şahsi çıkar. Ne kadar kişisel çıkar az olsa, sosyal çıkar fazlaysa, olgunluk bir o kadar yüksek olur. Ben başkanlığa böyle bakıyorum. Bence, bu emsal başkanlık yönetim sisteminde, parlamenter yönetim sisteminden daha yüksektir. Çünkü parlamentoda sosyal çıkarları korumak çok zordur, çünkü onların şahsi çıkarları daha yüksek oluyor.

Sohbetleşti: Agil Alesger
Kaleme aldı: Aytek Yusifsoy
Tr.Yeniçağ.Az

www.yenicag.info

776